Mustafa Balkan

Tarih: 24.03.2023 11:28

HERKESE LÂZIM ÖNEMLİ BİR DEĞER: AHLÂK

Facebook Twitter Linked-in

İnsanın yaradılışından gelen hususiyetler ile Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Şerif’te sınırları çizilen, insanların iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kaidelerin hayata geçirilmesiyle kazanılan iyi ve güzel davranışlar bütününe biz, ahlâk diyoruz.

 

Ahlâk filozofu Nureddin Topçu, “Bizim ahlâkımız hürmet; hizmet ve merhamet prensiplerini kendinde birleştiren aşk ahlâkıdır” diyor. Hz. Peygamber de “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyuruyor. Topçu’nun yazdığı “Ahlâk” adlı kitabı 1970’li yıllarda “Ahlâk Dersi” olarak okutulacakken bazı sebeplerden dolayı bu gerçekleşmemişti. Fakat daha sonra bu kitabın özüne sâdık kalınarak Erol Güngör, Emin Işık, Ahmet Tekin ve Yaşar Erol imzalarını taşıyan AHLÂK kitabı, M.C. Hükümetleri döneminde 1976’dan itibaren liselerde ders olarak okutulmuştu. Başbakanlığını Bülent Ecevit’in yaptığı ve 30 gün süren 40. Türkiye Hükümeti döneminde de kaldırıldı. 

 

6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli depremler ile Şanlıurfa ve Adıyaman’da etkili olan ve felâkete dönüşen sel afetinde görüldü ki, asıl üzerinde durulması gereken mesele ahlâklı ve erdemli insan olmak.

 

ADALET DE AHLÂK DA HERKESE LÂZIM

Değerlerimizde bir erozyon ve yozlaşma yaşanıyor. Hani “adalet herkese lâzım” diyoruz ya. Felsefi bir disiplin olarak insanın genlerinde bulunan değerler manzumesi olarak ahlâk da herkese lâzım. Nasıl ki hukuk ve iktisat dinin emirleriyle yönetildiği gibi ahlâk da dinden ayrı tek başına bir varlık değildir. “Ahlâkî hareket demek, dinin kurallarına ve Tanrı’nın emirlerine uygun hareket etmek demektir. Yüze Allah, iyi ile kötüyü (hayırla şerri) kendi yüksek otoritesiyle kullarına bildirmiştir. İnsanlar ancak kutsal kitaplarda O’nun çizdiği yoldan giderek gerçek olgunluğa ulaşabilirler. Bütün ilâhiyat bilginlerinin görüşü bu noktada birleştiği gibi, ilk çağdan günümüze kadar pek çok filozof da ahlâkın din gibi ilâhî hakikate bağlı olduğunu öne sürmüş ve onun temelinin madde ötesi (metafizik) âleme dayalı bulunduğu görüşünü savunmuştur.” (Ahlâk Lise III, M.E.B. Devlet Kitapları -1976)

 

SORUMLULUK

Geniş mânada sorumluluk, hür ve akıllı olan kimsenin kendi hareketlerinden doğan sonuçlara katlanmasıdır. Dar anlamda sorumluluk ise, özgür ve akıllı bir kimsenin bilerek ve isteyerek yaptığı bir hareket karşısında yaptırımlara konu olmasıdır. Bilindiği üzere iki türlü sorumluluk vardır: Subjektif (ahlâkî, vicdanî) sorumluluk. Diğeri ise objektif (topluma ve kanunlara karşı) sorumluluk. İnsanlığa karşı ahlâkî sorumluluk taşıdığımız gibi bunun yanında dinî sorumluluğumuz da vardır. İstisnasız her müslüman, davranışlarından sorumludur. Kimsenin ayrıcalığı yoktur. Peygamberimiz, “Hepiniz çobansınız sürünüzden sorumlusunuz. Devlet başkanı çobandır, halkından sorumludur. Erkek evinin çobanıdır, ailesinden sorumludur. Kadın evinin çobanıdır, kocasından ve çocuklarından sorumludur…” diyerek, toplum hayatında insanların birbirlerine karşı nasıl bir sorumluluk yüklenmiş olduklarını ortaya koymuştur. 

 

CEZA SORUMLULUĞU

Bir de ceza sorumluluğu var. Yaptırımların bir de cezaî niteliği vardır ki, ahlâkî hayat üzerinde önemli etkiler yapar. Azap ve cezanın ilk ve esaslı amacı, kötü bir hareket sonunda bozulan sosyal düzenin onarılmasıdır. Bu amacın yanında bir de bozulan ahlâkî düzen onarılmaktadır. Bir cezaî yaptırım şu üç niteliğe sahiptir: Tamir edicidir, örnek ve ibret olur, ıslah ve tedavi edicidir. Türkiye’de uygulanan modern ceza hukukunda en çok yer işgal eden cezalar, hapis ve para cezalarıdır. İşlenen suçla verilen ceza arasında bir orantı bulunmadıkça, ceza adîl olamaz. Cezanın mahkeme kanalıyla kullanılmasında birinci şart suçun tesbiti ise, ikincisi mutlaka, suça uygun bir cezanın verilmesini sağlamaktır. 

Toplumun zaman zaman, gelişigüzel, ölçüsüz verdiği cezalar hariç, kanunlarda, tipi belirtilmeyen suçlara ceza verilemez. Cezalandırmanın en önemli şartı budur. Şüphesiz ahlâk, yalnız ceza olmamakla beraber, Kur’ân’ın ifadesiyle: “Cezada sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri!” (Bakara, 179) Ceza, yaşamak, hayatını sürdürmek isteyen bir toplum için, hiçbir zaman değerini kaybetmeyen bir kurumdur. 

 

Bakalım bu kurum, depremlerde enkazların altında can veren ve sel felâketlerinde boğularak ölen insanlarımızın ölümlerinden derece derece pay sahibi olan sorumluluk sahiplerine karşı, hak ettikleri cezaları verme yolunda bir irade ortaya koyacak mı?

Seçimlerden sonra bekleyip, göreceğiz. 

 

Ruhlarda dirilişe vesile olması temennisiyle Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —