Türkistanli Haci Ahmet Yesevi ocağında yetisen Haci Bektaş ve onun kolundan gelen Haci Bayram, Tabduk Emre, Yunus Emre gibi yüzlerce hak dostları, bu topraklarda barışı, kardeşliği, çalışmayı, üretmeyi, paylaşmayı bir zamanlar (bila bedel) ucret almadan öğretmişler ve yaymislar. Zira bunu, kendilerine bahşedilen ilmin zekatı olarak dusunup ibadet olarak kabul etmisler. Bir zamanlar kurduğumuz medeniyetin temeli, hakka hukuka riayet etmeyi esas aldığı için güçlü olmuş. Bunun icin izleri gönüllerimizde ve genlerimizde halen mevcut.
"Hakk" Allah'in isimlerinden biri olup "tahakkuk", bunun gerçeğe dönüşmüş, ete kemiğe bürünmüş hali anlamina gelir. "Kul hakkı" bir bedendeki "canin sahibini , onun gerçeğini" bilmek ile ilgilidir. Ona saygı, ondakine saygı demektir. Yani kuldan "işleyen" vardir. O'na dikkat etmek önemlidir. Onu incitmek, sahibini incitmek demektir. Kul hakkı ile ilgili gafleti olanın günahı bunun için affedilmez. Bu konular en çok Alevi Bektaşi dergahlarinda işlenir.
"Gönül", Allah'in evidir. "Yere göğe sığmam. Mumin kulumun gonlune sigarim buyurur" yaratan. Başka dillerde var mı bilmem. Gönül kirmak, gonul yapmak, gönüle girmek, gönül kapisi, gonlune gore.. dilimizde kullanılan pek cok deyimden bir kacidir. En çok Yunus Emre divanında geçer.
Eline, diline ve beline sahip olmak e-de-be seslerinin ozel bir açılımını ifade eder. Edeb iyyat yani edeb ilmi buradan dogmustur. Eli ile haram işlemek, dili ile yalan söylemek, dedikodu- gıybet konuşmak, belini (uckurunu) helali olan eşinin dışındakine cozmek, yani sadakatsizlik, "insan" olmanın önündeki en önemli engellerdir. Bunlar idrak edilmeden ve benimsenmeden "makbul" bir kul olunmaz.
Bu konular, edebiyat eserleri halinde pek çok ilahi, mesnevi, kıssa ve makale seklinde kulliyatimizda vardır. Cem yani toplantılarda ilahiler okunarak, kissalar anlatılarak bu hususlar yillarca her mahallede talim edile gelmiştir.
Lakin, gerek arapca gramer, fıkıh, kelam, hadis gibi bilgilerin önceliği ile olsun, gerekse yukaridaki külliyatin dilinin anlaşılamaz hale gelişinden bu gün pratiğe uygulanmaktan ziyade "bilgi" basamağında kalan bir din- ahlak öğretimi ile baş başa kaldık. Ezberlemekten öte "anlam ve uygulama" uzerinde nedense yeterince hassasiyet yok. Imam hatip okullarinda Deist sayisi her geçen gün artmakta.
Bu acidan bakılınca "cem evlerinin" pratikte daha fazla güncel ve anlamlı bir fonksiyon üstlendiğini bir sünni olarak itiraf etmek, vicdani bir odev ve bir hakkın iadesidir. İstisnalar varsa da kaideyi bozmaz.
Bilmem siz ne dersiniz?