Yakın tarihimiz incelendiğinde, gerçek veya yaratılmış düşman ile mücadele ettiğimizi görüyoruz. Mücadele için verdiğimiz emek, sermaye bizi cephe savaşında, asimetrik savaşta zaman içerisinde zafere götürebiliyor. Verdiğimiz mücadelenin bilim ışığında olması gerektiğinde genelde ağır bedeller ödüyoruz. Çoğu zaman bizi bir arada tutan inanç değerlerimizin kullanıldığını, bu yolla örselendiğimizi görmüyoruz.
İhtiyaç, fayda maliyet, sebep sonuç ilişkisi kurmadan ana göre duygularımızla hareket ederek aklı ve pozitif bilimi kullanmıyoruz. Yaşadığımız sıkıntıların başında itiraf etmesek de aklımızı başkalarına emanet etmemiz geliyor. Düşünmediğimiz zaman yaşanmışlıkların bedellerini ağır ödüyoruz.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN’in (Ankara Kalesi 333) ifade ettiği gibi, “Dünya tarihi incelendiği zaman devletlerin kuruluşu, yaşamlarında olduğu gibi biçim değiştirmeleri de önemli bir dönemeç gündeme getirmektedir.” Bizim yeniden yapılanma, yeni kavramları inşa etme ve disipline etme sürecini yoğun yaşadığımız bir dönemin tam ortasına geldiğimiz süreçte yaşanan her şey rafta son kullanım tarihi “an” olan ürünlerin tüketilişine benzemiyor mu?
Toplumun, kültürel birikiminin göstergesi olabilecek verilere Prof. Dr. Hüseyin TAŞAR’ ın gönderdiği nottan baktığımızda bir Japon yılda ortalama 25, Şilili 18, İsviçreli 11 kitap okurken bizde bir kişi 10 yılda bir kitap okuyor. Ülkemizde ihtiyaç listesinde kitap 235’inci sırada.
Kurumlara ayrılan bütçelerin, ihtiyaçlara göre ayrılıp ayrılmadığı ayrı bir tartışma konusu... Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesinin birçok bakanlıktan fazla olduğu gerçeği ortada. Din görevlisi sayımız ona keza. Bunları yazarken Maturidi bakış açısının inanç değerlerimize katkı sunan uygulamaları özlemle bekliyoruz.
Geldiğimiz noktada ülkenin gündemi neredeyse saat başı değişiyor. Gün içerisinde dört mevsimi değil yılın 365 günü, ayrı gün içerisinde birbirinden bağımsız onlarca gündemi bir arada yaşıyoruz.
Tuzun koktuğu noktada, tuzu nereye dökseniz dökülen yerin ekşimesini bastırmadığı gibi dökülen yerin koktuğunu ciğerlerimize kadar hissediyoruz. Herkesin hukukçu, doktor, mühendis, siyasetçi olduğu, herkesin her şeyi bildiği bir ortamda çıplak akıl ile doğruya ulaşmak, muhakeme etmek her geçen gün zorlaşırken, hepimizin kaybettiğini göremiyoruz.
Yakın gündemimizde, küçük kız çocuğunun evlendirilmesi ile epey meşgul edildik. Geçmişi bilmeden hukuk adına, adalet adına, toplumsal vicdan adına, ötekileştirdik. Ötekileştirdiklerimizin bizleri ötekileştirdiğini göremeden ahkam kestik. Yargıladık. İnfaz ettik. Bugünün dünde inşa edildiğini kabul etmeden.
Yaşananları doğru anlamak için, Prof. Dr. Y…. .. makalesinde belirttiği üzere, (isim makale başlığı özellikle yazılmamıştır olup İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, İzmirli İsmail Hakkı Efendi bölümünde 1248 kayıt numarasıyla kayıtlı esere bakmak lazım) özetle; “Müritten beklenen en önemli davranış biçimi; irade ve ihtiyarını Şeyhinde (Mürşidinde) eritmek suretiyle her türlü şüphe ve sorgudan uzak bir şekilde, O’nun bütün söz ve fiillerinin teklifsiz ve zorlanma olmaksızın tasdik edip, kalbine nakşederek ilahi feyze nail olacağına itiad eylemesidir” anlayışı yaşananlara cevap vermektedir.
Yargıya intikal eden olayı ortaya çıkaran yaşanmışlığın tarafı kadın açısından geçmiş mevzuata bakmak gerekir ise nasıl bir düzenleme vardır. (Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Külliyatı-Doç. Dr. Ahmet Akgündüz-Dicle Ün. Huk. Fak. Yay. No. 6 1986 S. 158 madde 49 )
Anılan maddenin” Buluğa erince fesih muhayyerliği olan karı koca, bakire olarak buluğa erip de evlenmenin feshini istediği takdirde, eğer buluğdan önce veya buluğ sırasında yapılan evlenme akdinden haberdar olmamışsa akdin yapıldığını öğrenir öğrenmez kendi rızasının ne yönde olduğunu hemen şahit huzurunda açıklaması gerekir.” şeklindeki düzenlemesi önem arz etmektedir.
Mülga düzenlemeye göre kadın hangi aşamada buluğa erecek sorusu önem kazanmaktadır. Prof. Dr. Ayhan TEKÇİNESİN YouTube konuşmasında yaptığı açıklamalar çerçevesinde, 15 yaş ergenlik deniyor. Bedir Savaşı’nda savaşa katılmak isteyen bir kısım gençlerin 15 yaş altı olduğu için savaşmaları kabul edilmiyor. Ergenlik, Malikilik de 19 yaş, kızlarda 17 yaş, Hanefilik mezhebinde 15 yaş genel kabul görmekle, 17 ve 18 yaşı kabul edenler de var.
Hal böyle olunca İslam Hukuku’nda şahitlik kurumu önem kazanıyor. Ergin olmayan bir insanın şahitliği ne derece kabul görüyor? Erginlik konusunda açık, kesin, bağlayıcı bir düzenlemenin olmadığını söyleyen fıkhi görüş sahipleri var. Kaynak olarak, mealen Nisa Suresi 6. Ayet “yetimleri evlenme çağına kadar gözetin, rüşte erdiklerinde mallarını kendilerine veriniz.” emrine baktığınızda, küçüğe mal emanet edilemeyeceğine göre belli bir yaşa erişmenin önemini görüyoruz.
Bu tür durumlarda, yargıya intikal etmiş olayda, kadının yürürlükteki Türk Ceza Kanunu kapsamında cinsel istismara uğrayıp uğramadığına bakmak gerek. İstismara uğramış ise tartışmanın nafile olduğu yaşananların inanç değerlerine de uymadığını söylemenin abes olmayacağını düşünebiliriz.
En büyük sıkıntı, bizi bir arada tutan inanç değerlerimizi örseleyen bu tür davranışları yapanların yaptıklarını inanç-tarikat denkleminde meşru kılma çalışmaları. TDV İslam Ansiklopedisi’ne göre tekkeleri denetlemek ve idari işlerine bakmak üzere 1866 yılında şeyhülislamlığa bağlı olarak kurulan müessese- Meclis-i Meşayih kurumunun tarihi gelişimine birkaç cümle ile bakmak gerekiyor.
“Tekkeleri denetim altına almak için bilinen ilk çalışmalar III. Selim zamanında yapılmıştır. İstanbul’daki bazı tekke şeyhlerinin İstanbul kadılığına yaptığı şikâyet üzerine, sapkın inanışlara salip olan tarikat mensuplarının durumlarının teftiş edilerek devlete bildirilmesi ve bu tür inanışlara sahip kimselere tekke açtırılmaması için bazı şeyhler görevlendirilmiştir…. 1812 Tarihli fermanla bütün tekkeler tarikatın İstanbul asitanesini merkez kabul edilerek buraya bağlanmıştır… Bu fermanla birlikte tekkeler idari yönden şeyhülislamlığın ve mali yönden Evkaf-ı Hümayun Nezareti’nin denetimine girmiştir… Tekkelerin denetim altına alınmasına ikinci önemli adım Meclis- Meşayih’in kurulması olmuştur. … Taşra tekkeleriyle ilgili ilk düzenlemeler II. Mahmud devrinde başlamış ve tarikat pirinin medfun bulunduğu dergâh merkez kabul edilerek merkez tekke şeyhi kendi tarikatın ait diğer tekkelerin idaresinden sorumlu tutulmuştu.”
Birey olarak, aklı merkeze alarak, maymuna bak oyununa gelmeden, inanç değerlerimize nasıl sahip çıkacağımızı öğrenebilecek miyiz? 13 Ocak 2023, Ankara.
Av.Arb.Dursun Yassıkaya