Kudüs’te her zaman olduğu gibi yine kan, acı ve gözyaşı hâkim. Hiçbir suçu, günahı olmayan siviller, kana susamış siyasetçiler yüzünden ölüyor.
Olaya insani açıdan bakarsak büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Hastanelerin, camilerin bombalanması hiçbir şekilde kabul edilemez.
Ancak konunun bir de gerçekçi tarafı var. İsrail ve Filistin’in savaşı bugün başlamadı. Dün de savaşıyorlardı. Bugün de savaşıyorlar. Yarın da savaşacaklar.
Çünkü bu iki halk arasındaki meselenin temelinde din var. Yani kutsal bir şey uğruna savaş var. Böyle bir mesele masaya oturularak çözülemez. Maalesef biri diğerini tamamen etkisiz hale getirene kadar devam eder.
Bir gerçeğin farkına varmamız gerekiyor. Karşımızda biri laik diğeri şeriat ülkesi olan 2 devletin savaşı yok. İkisi de din devleti.
İsrail devletinin varlık nedeni din. Bayrakları bile dini sembol ediyor. İsrail bayrağının mavi-beyaz renkte olmasının nedeni Tallit şalıdır. Tallit şalı Yahudilerin kutsal günlerinde ağlama duvarındaki dini törenlerde giydiği mavi beyaz renkte bir şaldır. Bayrağın ortasındaki yıldız ise Davut yıldızıdır. Yahudilerin dini ve milli sembolüdür.
İsrail’in diğer din devletlerinden bir farkı daha vardır. Yahudiliği hem dini hem milli bir kimlik olarak kabul ederler. İslam’da böyle bir durum yoktur. Müslümanlık milli bir kimlik değildir.
Yahudilerde böyle istisnai bir durumun olmasının nedeni din anlayışlarında kendilerini ‘’Tanrının kutsal kıldığı ırk’’ anlayışının olmasıdır. Yahudi anlayışına göre Tanrı, Yahudilere Kudüs şehrini vaat etmiştir.
M.Ö. 1010 yılında Hz. Davud 12 İsrailoğlu kabilesini birleştirip Yahudi krallığını kurduğunda Kudüs’ü başkent ilan etti ve oğlu Hz. Süleyman döneminde ilk mabed kuruldu.
Bugün yapılan ‘’Bu topraklar Filistin’indi. Yahudiler 1948 yılında gelip yerleşti’’ propagandası doğru değildir. Yahudilerin bu topraklarda 3 bin yıllık bir geçmişi var. M.Ö. 587 yılında Babil kralı Nabukadnezar tarafından sürgün edilince 2 bin sene sürgünde yaşadılar.
İsrail ve Filistin savaşında binlerce yıllık tarihe sahip iki milletin savaşı olduğunu bilmeden yapılacak her yorum boştur. Filistin’in bu topraklarda geçmişi ne kadar eskiyse İsrail’in de o kadar eski. İsrail’de ayrıca 2 bin yıl sürgün yaşamanın verdiği bir öfke var.
Meselenin çözümsüzlük noktası da burada başlıyor.
Yahudiler yaşadığı toprakları kendilerine Tanrının verdiğini iddia ediyor. Müslümanlar da ‘Burası bizim ilk kıblemiz’’ diyor.
Bugün Mescid-i Aksa’nın olduğu yer, Süleyman tapınağının inşa edildiği yer. İki taraf da ‘’Burası benim’’ diyor.
Bizim bu meselede tarafımız tarafsızlık olmalıdır. İki milletten hangisinden taraf olursak savaşa dâhil olacağımız için kaybederiz.
Bizim bu savaşta bir kazancımız yok. Şu anda düşünmemiz gereken en önemli şey Filistin’den gelebilecek mülteci akınına engel olmaktır.
Ülkede milyonlarca Suriyeli, Afgan, Pakistanlı varken bir de üstüne Filistinliler eklenirse devletin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Hiçbir devlet bu kadar mülteciye dayanamaz.
Türkiye’nin demografik yapısını korumak en öncelikli meselemizdir. Türk milletini milli kimliğinden uzaklaştırıp Araplaştıramayınca dışarıdan milyonlarca Arap transfer ederek demografik, kültürel ve sosyal yapıyı bozmak, devletin temellerini sarsmaktır.
100 yıldır ayakta durabildiysek, diğer 56 İslam ülkesinden farklı olabildiysek bunu Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetine borçluyuz.
Geçmişte İslam ülkeleri için rol modeldik. İslam ülkeleri Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimleri gerçekleştirmek istiyordu. Mesela Mısır’da Cemal Abdünnâsır bunu denedi. Mısır için ulusal kahramandı.
Geçmişte İslam ülkeleri bize benzemeye çalışırken bugün bizim onlara benzemeye çalışmamız akıl tutulmasıdır. Ortadoğu’nun neyi bize cazip geliyor? Cahilliği mi? Geri kalmışlığı mı? Sefaleti mi?
Türkiye’nin dış politika çizgisini Atatürk özetlemiştir: ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’
Bu ilkeden yapılacak her sapma bize kaybettirir. ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ ilkesini ‘’Yurtta savaş, cihanda savaş’’ ilkesine dönüştürmenin bize yaşatacağı tek şey kan ve gözyaşıdır.