Selim Gürbüzer


KALP MUCİZESİ

İnsanoğlunda kalple ilgili ilk emareler anne karnında daha dört santimlikken tezahür etmeye başlar.


        İnsanoğlunda kalple ilgili ilk emareler anne karnında daha dört santimlikken tezahür etmeye başlar. Hatta kalp başlangıçta içi boş bir haldeyken sonradan bölmeler ve akabinde bölmeler arasında açılıp kapanan kapakçıklar da teşekkül eder. Derken vücuda damarlar yoluyla kanı pompalayacak donanıma erişir.  Kalp olgunlaşıp erişe dursun besbelli ki damar ağı kalpten önce yaratılmış gözüküyor. Öyle ya önce şebeke ağı tüm vücuda döşenmeli ki kanın pompalanma işlemleri yerli yerinde devreye girebilsin. Tabii devreye girdiğinde de önemine binaen kirli kanın filtre edilmesi ve artık maddelerin atılma işlemi için kalpten böbreğe açılan bir bölümünde bu iş için devreye girmesi gerekir ki dolaşım sisteminden maksat hâsıl olabilsin. Sonradan devreye girecek olan bu bölme neyin nesidir diye merak ettiyseniz az buçuk tahmin etmişsinizdir, hiç kuşkusuz bu söz konusu bölme akciğer organımızdan başkası değildir. Nitekim ilerisine hazırlık açısından kirli kan bu bölme sayesinde filtre edilip temizlenecektir. Dahası vücudu oluşturan tüm hücreler bu bölmenin minicik keselerine dolacak olan oksijen sayesinde hayat bulacaktır. Öyle ki anne karnından dünyaya gelen bebek dışarının hava akımıyla daha temas eder etmez akciğerler biranda işlev hale geliş olur da. Şayet kalbimiz böylesi bir bölmeden yoksun kalsaydı damarlarımızda her an her salise hiç duraksamaksızın dolaşan kanımız filtreden yoksun bir şekilde temizlenmeksizin dolanımını sürdürmenin neticesinde hayatımız çok kısa bir sürede ölümle noktalanacaktı. Anlaşılan o ki, kalbin emme tulumba idmanı anne karnında başlayıp, dünya hayatıyla birlikte mükemmellik kazanan bir sisteme dönüşecek bir şekilde her şey yerli yerinde yaratılış mucizesi olarak karşımıza çıkmakta.  Düşünsenize ta anne karnındayken tüm fizibilite çalışmalar, tüm ön hazırlıklar tamamlanıp sonrasında ise malum tüm ünitelerin devreye girdiği mükemmel bir şebeke sistemi ağına kavuşmaktayız. İşte önemine binaen kalbin önderliğinde devreye sokulan bu mükemmel donanımının en ufacık emme tulumba sisteminde ki basınç mekanizmasını sekteye uğratacak arızi bir duruma tahammülü yoktur dersek yeridir. 

        Evet, vücudumuzun sol memenin altından adeta motor olarak konumlanmış olan kalp denen güç kaynağımız,  ab-ı hayat su misali kanı hücrelere pompalamak için var olan bir merkezi organımızdır. Nitekim dolaşıma sokulan kan, kalbin kasılıp gevşemesi sayesinde kapalı bir devre içerisinde damarlar vasıtasıyla tüm vücudumuz hayat bulmakta.  Zira kan emme basma tulumba sistemi misali kalp önderliğinde pompalanırken bir yandan kapakçıklar otomatik sistem dâhilinde kapanabilirken diğer yandan kanın dokulardan dönüşünde ise yine otomatik sistem dâhilinde açılabiliyor. Böylece bu otomatik açılıp kapanan emme basma tulumba pompa sitemi sayesinde kalp dakikada bir matematik program dâhilinde 60 ila 80 a arası bir ritimde atabiliyor. Bunun anlamı yılda 40 milyon defa atım demektir. Belli ki bu kalp ritmi atımlarıyla birlikte ne kadar koşacağımız hesap edilmiş, ne kadar yürüyeceğimiz gibi daha pek çok yapılacak olan aktiviteler de dikkate alınmıştır. Kalp aynı zamanda organizma için gerekli gaz maddeleri taşıyan, arter sistemiyle kanı dokulara sevk eden, dokular arasındaki madde alışverişini düzenleyip basınç temin eden bir sistemin adıdır. Dahası adına uygun bir şekilde insanoğlunun kendi eliyle yaptığı tulumbalara taş çıkartacak derecede etten donatılmış bir güç kaynağımızdır. Öyle ki; venöz  (toplardamarlar) üzerinde düşük basınç oluşturmak, artık maddelerin venözlere geçmesini sağlamak,  bir tür titreşim hareketiyle kirli kanı kendisine çekip emme-basma tulumba misali misyon üstlenmiş bir donanımızdır. 

         Peki, emme basma tulumba sistemi sadece venözlere kanın aktarılmasıi için mi devreye sokulmakta, elbette ki bunun yanı sıra yine aynı metotla tüm damarlarda dolaşan kana da enjektör pistonunda olduğu gibi basınç uygulanıp her nefes alışımızda havayla teması sağlayıp akciğere pompalanma işlemi de yürütülmekte. Devamında ise malum kalp ve akciğer arsında gerçekleşen küçük kan dolaşımın gereği olarak akciğere gelen kan temizlenip kalbe dönüşü sağlanıp ve yeniden aort atar damar kanalıyla arter sistemine göndermek vardır. Böylece kalp vücutta dolaşan kanı tekrar kendisinde (kalpte) toplanması için vakum misali emme basma tulumba sisteminin yaptığı tüm işlevleri yerine getirmiş olur. Aslında otomatik olarak işleyen bu harika düzeneğin işlevinin önemini dört madde halinde şöyle de özetleyebiliriz: 

       -Gaz (O2), besin maddeleri ve vitamin gibi faydalı katı maddeler kalbin pompalamasıyla birlikte arter sistemini takiben kılcal damarlardan dolaştırılıp dokulara iletilir. Böylece kan dokularla temasını kılcal damar ağıyla sağlamış olur. Aksi halde kılcal damar ağı vasıtasıyla kanımız vücudun tüm noktalarına iletilmeseydi hayatımız son bulacaktı. Hatta Allah korusun, beynimiz 10 saniye kansız kala kalsa bitkisel hayata dönmemiz an meselesi olacaktı diyebiliriz.

      -Atardamarların doku aralarına dağılarak oluşturdukları kılcal damar ağı bir zaman sonra tekrar birleşir birleşmesine ama bu noktadan sonra kılcallarda dolaşan kanın dokularla içli dışlı olmanın neticesinde artık kan kirlenmiş hale gelmekte. Böylece dokulara zarar verecek seviyeye gelmiş olan katı ve sıvı artıkların bir damar şebekesi içerisinde taşınması icap edecektir. Neyse ki bu işin üstesinden gelen toplardamar ağının devreye girmesiyle birlikte bu mesele halledilmiş olur. Nitekim kalbin ven basıncını düşürmesi sayesinde kirli kan kolayca toplardamar sistemine (venöz) geçip yeniden kalbe dönüş gerçekleşir. Hatta toplardamarlar çok ince duvarlı olduklarından akan kanın geriye kaçmaması için aksi istikamete açılan kapakçıklar emre amade vaziyette tetikte bekler. Derken vücuda zararlı olan bu kirli kan geriye tepmeyecek şekilde akciğerde COolarak dışarı atılıp yerine oksijen alınarak tekrar kalp tarafından özel bir basınç sistemi uygulamasıyla vücudumuzu kuşatan yaklaşık 60 milyar sayıda hücre yapılarına sevk edilirler. İşte bu özel basınç sistemine fizikte hemodinamik sistem denmektedir. Öyle ki; hemodinamik sistemin iyi işleyebilmesi için damar cidarların pürüzsüz olmasının yanı sıra kapalı devre sisteminin tam takır çalışır halde olmasını gerektirmekte. 

        -Kalp akciğerden dönen temizlenmiş kanı tekrar arter sistemine aktararak vücut dolaşımının devamını sağlar. Yani böbreklere giden kan, bünyesinde var olan zararlı maddeleri orada süzdürse de dolaşım sonlanmaz, yine dolaşım boylu boyunca bir su misali yatağında akıp gitmeye devam eder.

        -Organizmanın değişik ortam ve şartlarda atım sayısı, kan hacmi (atım hacmi) veya kalp debisini ayarlamak (azaltma veya çoğaltma) ve bu yolla gerekli ihtiyacı karşılayacak dolaşım düzenini kurmak kalbe has bir özelliktir.  Fakat kalbinde gücü bir yere kadar gücü vardır,   dolayısıyla takviye destek olarak onunla birlikte diğer unsurlarında sağlıklı olması icap eder. Mesela kan seviyesinin yükselmesi veya düşmesi vücuttaki dolaşım sistemin bütünüyle negatif yönden etkilenmesi demektir. Dolayısıyla bu durumda uyumluluk çok büyük önem arz etmektedir. 

      İşte yukarıda madde madde sıraladığımız kalbin asıl biricik görevi kan metabolizmasının yanı sıra solunum ve boşaltım sistemini birlikte dengede tutmak veya bir düzen içerisinde yürütme olduğu sonucu ortaya çıkmakta. Zira kalbin bu işleri yapabilmesi için geniş adaptasyon kabiliyetine haiz mükemmel bir damar ağının yanı sıra kusursuz bir şekilde işleyen kalp kaslarının teçhiz edilmesine, aynı zamanda bu yapının ileri derecede fonksiyonel olmasına ihtiyacı vardır. Ama nasıl? Şöyle ki,   damarları canlandıran vazomotor sinirlerin maharetiyle elbet. Bir başka ifadeyle damarları çepeçevre saran kas tabakasını oluşturan kas lifleri elektromotor kuvvet diyebileceğimiz aracılar ağı sinir sistemine doğrudan bağlanarak iç ve dış tesirlerin etki derecesine göre genişleyip daralabiliyor. Derken kalbin motor konumunda olması hasebiyle gerektiğinde kendini yavaşlatan gerektiğinde ise hızlandıran bir sistem olarak karşımıza çıkmakta. Ve bu sistem hepimizin sıkça duyduğu otonom sinir sisteminden başkası değildir. Dahası bu sistem sempatik ve vagus sistem adı altında faaliyetlerini yürütmektedir. Zira sempatik sistem heyecan, korku, öfke durumlarında kalp ritmini hızlandırırken, diğeri de üzüntü ve psikolojik problemlerin yaşandığı durumlara bağlı olarak kalbi yavaşlatıcı ve sakinleştirmektedir. Mesela enfeksiyon durumlarında damarlar genişleyebilirken uyku gibi relaks durumlarda daralabiliyor. Bu demek oluyor ki vücutta tüm mevcut kaslar beyinden gelen bir sinir  (vagus) başkanlığında parasempatik sinir sistemi  (yavaşlatıcı sinir sistemi) start alıp bu sistemin ikinci ayağı olan sempatik (hızlandırıcı sistem) ve omurga çevresinde var olan kendine özgü gangliyonlar tarafından uyarılmaktadır. Fakat kalp kasları bundan istisnadır. Çünkü ilahi kudret kalbin hiçbir vasıtaya ihtiyaç duymadan bile kalp içerisinde halk ettiği minicik sinir düğümler kanalıyla kasların ritmik hareketini otomatik olarak ayarlamıştır. Sadece kalp bu iki sistemin (sempatik ve parasempatik) hipotalamus vasıtasıyla gönderdiği mesajlardan etkilenir, dolayısıyla bunların kalbe doğrudan bir katkısı yoktur.  Hatta kalbe yansıyan bir takım dış etkenler maddi ve manevi nedenlere bağlı olarak bir anda iç bünyemizin sözcülüğüne dönüşebiliyor. Hakeza ateşli hastalıklarda kalbin fazla çalışması, heyecanlı anlarda çarpması ve neşeli durumlarda stresten uzak huzurlu olmamız gibi davranış biçimlerimizin her biri içimizin fotoğrafını ortaya koyan unsurlardır. Öyle ki kalp birtakım maddi ve manevi sebeplerden dolayı ortaya çıkan sonuçlar bakımdan zararlı veya kazançlı çıksa da her halükarda formundan yine de herhangi bir şey kayba uğramaz.  Belli ki sol memenin altında yer alan gönül aynamız damar ve sinirlerle donatılarak iyi bir şekilde korunmaya alınmıştır. Korunması da gerekir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v);  “İnsanda bir et parçası (kalp) vardır, o iyi olursa bütün vücut iyi olur” diye buyurmakta. O halde kalbimiz hem manen hem de madden iyi beslemek gerekir. Aksi halde ruhi ve asabi faktörler damarları kuşatan sinirlere menfi yönden tesir edip damar hastalıklarına yol açacaktır.

        Kalbin tepe tarafından bulunan ön yarısı ventrikülün kaide kısmının arka yarısı atomlardan meydana gelmiştir. Kalp her insanın kendi yumruğu büyüklükte olup, ağırlığı erkekte 325 gr, kadında 275 gram kadardır. Hacmi belirli ölçüde değişip genellikle ortalama 14-15 cm uzunluğunda, 12-13 cm genişliğinde ve 6-8 cm kalınlığındadır. Yine de kalp boyutları kan emilimi sırasında (inspirasyon) veya pompalama  (ekspirasyon) esnasında değişebiliyor. Zira kalp kanı emerken kasılıp, bu kasılma esnasında kalbin yanlarında bulunan perikard (kalp zarı) ve pleura (akciğer zarı) ise ona komşuluk eder. Kalbin arkasında bulunan özofagus ise sola kaymıştır. Bu arada kalbin yukarıda ve arkada akciğerlerden ve kalpten çıkan damarlar bir ağ meydana getirirler. Ayrıca kalp thorax’ın (akciğer-göğüs) oluşturduğu boşlukta konumlanmıştır. Bazı insanlarda kalp nadiren de olsa 2/3 si sağ tarafta bulunabiliyor. Mesela astenik tip denilen uzun boylu ve dar göğüslü kimselerde kalp daha dik durumdadır. Piknik tiplerde (kısa boylu ve geniş vücutlu) ise malum diğerlerine göre kalp daha yatık durumdadır. Her neyse ister yatık ister dik olsun sonuçta kalp yumruk büyüklüğünde olmanın ötesinde kendisine bağlı damarlar ve elektronik sistemiyle bütünlük arz etmektedir. Nitekim bir insanın kalbini sökmeye kalkıştığımızda vücuda dağılan en ince parçalara kadar neredeyse tüm vücuda müdahale etmiş sayılırız. Anlaşılan kalbe bağlı kan damarlarını birbirine ilave ettiğimizde 150.000 kilometrelik yol mesafelik bir durum söz konusudur.  Ki, bunun anlamı kılcal damarları da uç uca eklediğimizde dünyayı dört tur yapmak demektir. Buradan hareketle kalbi yumruk büyüklüğünde et parçası diye tarif edip işin içinden biranda sıyrılamıyoruz. Bilakis kalp kâinatın özü mesabesinde bir âlem olduğunu fark ederiz.

        Bilindiği üzere kalbe ait faaliyetlerin tespiti veya teşhisinde 4 metot vardır, bunlar:

        -Dinlenme yöntemi,

        -Perkolasyon yöntemi,

  -Radyografik yöntemi,

  -Elektrokardiyografi yöntemi diye tasnif edilir.

  1.                                            Dinlenme yöntemi

        Kalp aslında kendinde var olan gücün onda bir oranında faaliyetini sürdürmektedir. Belli ki, geriye kalan dokuzunu olağan üstü durumlar için bir köşede bekletilmektedir. Özellikle olağan üstü durumlardan doğan arızalar neticesinde kalp kasları dermansız kalınca ister istemez vücuda ne kan gönderilebiliyor ne de geri emilmesi sağlanabiliyor. Ki, bu durum kalp yetmezliği olarak tarif edilir. Yani kalp damarlarının esnekliğini yitirmesi, kalp damarlarının daralması ve kalp dokusunun gıdadan yoksun kalmasına bağlı damar sertliğinin bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır.  Bu yüzden enerjimizi iktisatlı kullanmak çok önem arz etmektedir. O halde güç tazelemek için dinlenmekte gerekir. Zira dinlenme devresinde kalbin sesleri normal ritimde seyredip, daha çok valvuler denen kalp kapaklarının kapanması hastalıklarında nükseden bu sesler birinci ve ikinci kalp sesleri olarak isim alırlar. Hatta bu sesler eşliğinde kalp kapakların veya ostiumların durumları hakkında bilgi edinilir. Normal olmayan ritimlerin alışkanlık olarak fazla dinlenmesi halinde hekimlerin hastalığın tanımını teşhis etmede yanıltabiliyor. 

        Aslında bileğimizdeki atar damar üzerine elimizi koyarak kalbin ne kadar çarptığını belirleyebiliriz. Çünkü kalp isteğimiz dışında ve sürekli olarak çalışan bir organımızdır. Hatta bu organımız bize zarar vermeyecek şekilde çalışırken dinlenir de. Özellikle her kasılıp gevşemesinden sonra yarım saniyelik bir mola da verir. Nitekim uyanıkken dakikada zaman zaman 80 ritme çıkan kalp atışlarımız,  uykuda iken 50–55 dakikaya kadar düşüp, ama asla faaliyetini tamamen durdurmazlar. Zaten kalbin durması ölüm demektir.  Beyin ise kalpten farklı olarak ancak uyku moduna geçtiğinde dinlenerek kendi iç ayarını yapma şansını elde edebiliyor. Sonuçta kalpte bir can sayılır, onun da elbet dinlenmeye hakkı var. Dile kolay her atışta 1/10 litre kan pompalamakta olup bunun anlamı bir günde 10.000 litre kanı vücuda transfer etmek demektir.  Bu aynı zamanda bir insan ömür sürecinde takriben 250.000 ton litre kanın vücudun en ücra köşelerine kadar ulaştırma işlemi demektir. Neredeyse bu hizmet 6000 nüfuslu bir beldenin bir yıllık su şebekesinin faaliyetine denk düşmektedir dersek yeridir.

  1.                                                 Perkolasyon yöntemi

           Perkolasyon ile kalbin büyüklüğü hakkında bilgi sahibi olabiliriz.  İçerisi kanla dolu olduğu için parmakla kalbin bulunduğu göğüs boşluğuna vurulursa mat bir ses verir. Bu sesi anlamak için önce içi hava dolu organımız akciğerimizin bulunduğu kısma vurgu uygulamalı  ki titremeli bir ses alınabilsin. Nitekim perikard (kalp torbası)’ın iltihaplanması durumunda sürtünme olayı gerçekleşeceğinden ister istemez doktor bu sürtünmeden kaynaklanan sesleri çok kolay duyabilecektir. 

  1.                                                    Elektrokardiyografi yöntemi (EKG)

    Bilindiği üzere kalp kasılma refleksi elektrik akımının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki;  kalp hücrelerinin iç yüzeyleri negatif, dış yüzeyleri ise pozitif yüklü olup bu bir anlamda kalp hücrelerinin pil veya şarj görevi yaptığına işaret teşkil eder. Dolayısıyla hücre zarında herhangi bir kısa devre hadisesi yaşandığında ister istemez elektrik yükleri yer değiştirip iç yüzeyler pozitif, dış yüzeyler negatif hale dönüşmüş olur. İşte bu tip dönüşümler kalbin bütünüyle kasılmasını beraberinde getirir ki bu olay depolarizasyon olarak anlam kazanır. Kasılma işlemleri tamamlandığında ise hücreler tekrar kendi orijinal yük moduna geçmiş olurlar.  Ayrıca kalbin kasılmasıyla ilgili kendine özgü bir şarj sisteminin varlığı da söz konusudur. Yani bu demektir ki kalbin sağ kulakçığında birinci pil olarak konumlanan sinüs düğümü hücre toplulukları kalbin kasılmasına katkı sağlayıp böylece ilk elden verilen sinyaller eşliğinde kasılıp gevşemeler vuku bulmakta. Hatta bu arada sinüs düğümünden iletilen elektrik sinyaller sayesinde kalb damarlarının tıkanıp tıkanmadığının ipuçlarını EKG ile teşhis edilebiliyor.  Ki,  bunun hekimlikteki pratik adı kalp elektrosu (EKG- elektro kardiyografi ) olup, kalp hastalıklarının teşhisinde en güvenilir bir metotların başında gelmektedir. Bu metot daha çok damar tıkanıkları ve kalp beslenmesi yetersizliğinden kaynaklanan hastalıkların teşhisinde  %100 doğruluk derecesinde diyebileceğimiz kalp elektro kardiyografini ekran veya kâğıt üzerinde dökümünü verip böylece kalp ameliyatları bu veriler ışığında gerçekleşmektedir. Hazır kalp ameliyatlarından söz etmişken bunun birde manevi operasyonundan söz etmek de gerekir. Malumunuz, Allah Resulü Taif dönüşü semadaki melekler, dağ, taş, toprak, kâinat ve vicdan sahibi her insan Allah Resulüne yapılan muameleden incinmişti. Her şeyden öte Kâinatın efendisi Habib-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) üzülmüştü. Öyle ki dönüşte üzüntüden hane-i saadetine gitmemek durumunda kalıp Kâbe’nin Hatim denen kısmında yatıp uyumuştu. Yani yorgun ve bitap düşmüştü. Dile kolay acımasız eller tarafından taşlanmıştı. Üstelik kan revan içinde kalmıştı. Neyse ki uykudayken Allah-ü Teâla, Cebrail’i göndererek Habibi’nin yorgunluğunu üzerinden alacak seyahat için uyandırılır. Hatta yola koyulmadan önce Cibril Emin, Efendimiz (s.a.v)’in göğsünü yarıp zemzemle yıkanır da. Sonrası malum,  Burak adı verilen bir binekle Kudüs’e varılır ardından Miraç hadisesi gerçekleşir.  İşte Miraç öncesi göğsün yarılıp kalbin çıkması hadisesi bir mucizenin ötesinde, sanki gelecekte kalp ameliyatının yapılacağına işaret bir durumda söz konusudur. Kelimenin tam anlamıyla zemzemle yıkamanın manevi manası olabileceğini düşündürdüğü gibi günümüze ışık tutacak ameliyat öncesi hastayı narkozla bayıltılma işlemlerini ve de ameliyat sonrası enfeksiyon riskine karşı pansuman tekniklerini ilham olan maddi manasını da düşündürmektedir elbet. 

                                                         Kalp tabakaları

      Kalp duvarı üç tabakadan teşekkül edip dıştan içeriye doğru sırasıyla perikardium, myokardium ve endokardium olarak tasnif edilirler.

  1.                                            Epikardium (perikardium-kalp duvarının dış katmanı)

      Esasen kalp perikard denilen adeta bir gelinlik içerisinde narin ve zarif bir zar içerisinde durmaktadır. Bu zarın diğer organlardan farkı etrafına temas etmeden gayet kolayca kalp çarpıntısını gerçekleştiriyor olmasıdır. Çünkü epikardiumun dış yüzü bir sıra mezotel hücrelerden oluşmuş gevşek mezoderm tabakasıyla döşelidir. Ve döşeli olan bu iki zar arasında akışkan bir sıvı vardır ki, işte o sıvı kalbin kendisinin ürettiği sıvıdan başkası değildir. Şayet bu sıvı fazlaca salınırsa iki zar arasında basınç yapacağından dolayıdır kalbin yorgun düşmesine neden olacaktır. Yok, eğer bu sıvı az miktarda salınırsa kalbin sefillere uğrayıp viran olacağı muhakkak. Dolayısıyla kalbi yaratan ilahi irade-i güç en ince ayrıntı noktalarına kadar hataya meydan vermeyecek bir programla donatmıştır. Bu arada pericardium tabakası miyokardiyum tabakasına kan damarları, sinir ve kalbin yüzeyinde yağın depolandığı alan subepikardiyal vasıtasıyla bağlanarak vücuda yayılır. Öte yandan diğer dallarıyla kalbin göğüs boşluğunda tespitini sağlar. Bilhassa kalbe koruyuculuk misyon üstlenmiş epitel hücrelerinden oluşmuş perikard (kalp zarı),  belli ki kalbin an sürekli çalışır halde olması için adeta etten duvar olup zırh olmayı görev bilmiştir hep. Nitekim kediler ve memelilerde epikardium tabakası çıkarıldığında kalpte büyüme görülmüştür. Esasen perikardiumu içten örtülmesini sağlayan mezotel karakterde kollagen lifler, elastik lifler, fibroplastlar ve makrofajlardan yapılmış bir bağ dokusudur. Zira kalp zarı iltihaplarında makrofajlar (monositler) tabii bağışıklık yapan koruyucu unsurlar olarak rol üstlenmişlerdir.   

  1.                                               Miyokardiyum (kalp kası-yürek kası)

      Miyokardiyum kalp duvarının en kalını bir tabakası olup dış ve iç yüzlüdür. Dış yüz perikard, iç yüz ise endokard ile örtülüdür. Perikard ve endokard hücreleri birbirlerine sıkı bir şekilde kenetlenmiş durumdalardır. Miyokard ise kalbin esas fonksiyonu ile ilgili kas tabakasıdır. Kalp içerisinde ki ses ritminin teşekkülüne,  kapakçıların açılıp kapanması esnasında meydana gelen titreşimlere, kalp boyunca yayılan titreşimlere ve dinlenme sırasında kalbin genel durumu hakkındaki bilgiye halk dilinde kalp kası denen miyokard sayesinde erişiriz.

     Miyokard arasındaki boşluklarda özel intracellular sıvıdan arda kalan artık maddeler büyük oranda miyozin bulundurarak depolanırlar. Her kapalı boşlukta lokal enerji kaynağı olan miyozinin parçalanmasıyla bolca ATP sentez edilir. Bu ağ şeklindeki kas liflerinin (miyozin) birleşme bölgelerinde (diskus interkalaris) bir ritmik halinde sistol (gevşeme) ve diastolun (kasılma) gerçekleşmesini destekler.

  1.                                                    Endokardium (kalp iç zarı)

      Endokardium atrium ventrikülün içini döşeyen parlak ince bir membrandır. Özellikle sol atriumda daha kalın, ventriküllerde ise daha incedir. Kulakçıklardaki odacıklar diye bilinen atrium içerisindeyken beyaz renkte görünürken ventrikül içerisinde incemsi olduğundan kalp kasının renginde, yani kırmızı renk görünümdedir. Bu arada unutmayalım ki damarlarla birlikte kalbi birlikte ilişkilendirdiğimizde endokardiumun 3 lamina (tabaka)  oluşumu üzerine kurulu olduğunu görürüz. Bunlar:

      -Endotel tabaka,

      -Subendothelial tabaka, 

      -Subendokardiyal tabaka olarak addedilirler.                                    

                                                          Kalp Hastalıkları

     Damarları sadece etten yapılmış birer boru olarak düşünürsek yanılırız. Bilakis son derece mükemmel damar iç kısmının gayet pürüzsüz bir şekilde akışkan bir endotel tabakası ile kaplı olduğu, ortasının kas liflerinin oluşturduğu kas tabakası içerdiğini, en dışının ise damara adeta can veren damarcıklar ve sinirlerin yer aldığını idrak etmiş oluruz. Tabii sırf idrak etmek yetmez, böylesi mükemmel donanımlı kusursuz boru hattının işleyişine halel getirmemek için beslenmemizden tutunda moral ve motivasyonumuza kadar ne yapılacaksa gereğini yerine getirmek gerekir. Allah korusun damarlarımız bir tıkanmaya görsün,  bu durumda ister istemez merkezi organımız kalbi doğrudan doğruya olumsuz etkileyecektir. Bu arada şunu da unutmamak gerekir ki vücudumuzun hemen her karesi damar ağıyla donatılmış olmasına rağmen kalp kapakçıkları bundan istisnadır. Ancak damar yoktur diye sakın ola ki kendi kendimize gözden kaçmış veya unutulmuş demiş olmayalım, çünkü unutmak beşere has bir sıfattır,  dolayısıyla yaratılış mucizesinin gereği şayet kapakçıklarda damar ağı olsaydı her açılıp kapanmalarında aşınmaya uğrayıp sık sık arızalanmaları çok kolay olacaktı.  İşte görüyorsunuz buna meydan vermemek için ta yaratılış kodlarımızda gerçek anlamda değme teknik sinyalizasyon sistemlerine taş çıkartacak otomatik açılır ve kapanan mucizevi koruyucu kapakçıklar bu şekilde halk edilip kodlanmıştır. Öyle ya, gerçekten de inceden inceye düşündüğümüzde kapakçıkların her halükarda elastiki ve dayanıklı yapıda olması gerekir ki koruyuculuk vazifesini görebilsin.  Ancak bu demek değildir ki, orijinal yaratılışındaki mükemmeliyetini hiç aksatmadan ilelebet devam ettirecektir, yok öyle bir şey elbet,  icabında zaman içerisinde bir şekilde kapakçıkların enfeksiyona uğraması neticesinde özellikle mafsal ağrıları ve kalp romatizması gibi kendini hissettiren birçok kalp kapakçığı türünden hastalıklar gün yüzüne çıkabiliyor. Hatta streptokok bakteri türevleri de kalp kapakçığı arızalarına neden olmakta. Hele kalp kapakçıkları ciddi manada hasar görmüşse hasta için artık açık kalp ameliyatı kaçınılmazdır. Netice itibariyle kapakçıkların romatizma geçirmesi kalp yetmezliklerine kadar götürebiliyor. Zaten kalp yetmezliği ile birlikte kalbin pompalama fonksiyonunu yitireceğinden ister istemez bu durum akciğerlerde, kanda ve bacaklarda sıvı birikerekten ödem oluşturup birtakım şişkinliklere yol açabiliyor.  Madem öyle,   her ne kadar başlangıçta kalp kapakçıkları orijinalinde etten duvar olarak yaratılmış olsalar da sonuçta her fani gibi kapakçıklar içinde çöküş alın yazısıdır.  Zira kalp kasları da ya hep ya hiç kanuna tabiidirler.  Yani kalp kasları diyastol ve sistol dengesi içerisinde çalıştığı sürece kalp çalışır, yok eğer dengesini yitirip çalışmazsa kalp ve kalbe bağlı tüm üniteler hükmünü yitirip faaliyetleri duracak demektir bu. Bir başka ifadeyle kalp kasılıp gevşedikçe ona paralel olarak tıpkı göz kapaklarımızın açılıp kapanmasında olduğu gibi kapakçıklarda açılıp kapanmaktadır, dolayısıyla açılıp kapanmaların son bulması kalp ritminin altüst olması anlamına gelip, aynı zamanda adım adım hayata veda etmek olacaktır. 

         Aortun çıkış yerinde koroner adı verilen iki küçük damarın bir takım nedenlerle tıkanması halinde göğüs anjini nüksedebiliyor iken, sıkışması durumunda ise kalp spazmı (enfarktüs) meydana gelmektedir. Yani bu demektir ki damarların büzüşmesiyle açığa çıkan kalp hastalıkları kalp spazmı olarak karşılık bulmakta. Öyle ki kalp spazmı geçirenlerde ansızın yere çakılmalar, terleme, yorgunluk tarif edilemez derecede can çekilmesine benzer krizi tetikleyen birtakım arızi haller vuku bulmakta. Bilindiği üzere damarın büzüşmesine bağlı olarak daralmanın aşırı boyutlara taşınması veya tıkanma sonucunda kalp enfarktüsü denen kriz bir durum oluşur ki, Allah korusun ölümle karşı karşıya kalmak riski doğabiliyor. Bilhassa bu tür kriz geçiren hastalar için hiç kuşkusuz moral en iyi tedavi yöntemidir. Çünkü en ufak üzüntüyü kalp kaldıramamaktadır.

        Bilindiği üzere kalbe ait özel damar sistemi içerisinde kalp hücrelerine kan servis eden iki adet damara koroner damar denmektedir. Bu sistem herhangi bir kalp damarının kiriz geçirmesi durumunda emniyet supabı görevi yapmaktadır. Dolayısıyla koroner sisteme rağmen damar sertliği insanlara özgü bir hastalık olup özellikle atardamarlarda rastlanan bir arızadır.  Damarların içerisinde irili ufaklı kabarcıkların (aterom plakları) görülmesi damar sertliğine işarettir zaten. Yani aterom plakçıkların içerisinde kolesterin maddesinin birikmesiyle birlikte pıhtılaşmaya yol açmaktadır.  Bu durum aynı zamanda damarın beslendiği doku bölgesinin oksijensiz kalması demektir ki, daha çok kendisini kalp yetmezliği veya nefes darlıkları şeklinde gösterip, ileri aşamalarda felç olmaya kadar götürebiliyor. Dolayısıyla damar hastalıklarında gerektiğinde damarın yenilenmesini bile gerektirebilir. Hem nasıl ki elektrik sinyal taşımacılığının göz bebeği olan sinüs düğümünün arızalanmasıyla birlikte yedek olarak A-V düğümü devreye giriyorsa, aynen öyle de ayağımıza yedek olarak konulan safen ven denilen bacağımızın en büyük yüzeysel toplardamarları da adeta bu günler için muhafaza altına alınmıştır. Sanki lüzumu halinde bunu alın ihtiyacınızı görün denilmiş.  Şayet damar tıkanmadığı halde damar eklenirse kaş yapım derken göz çıkarma durumu ortaya çıkabilir.  Hatta kişiyi ölümün eşiğine bile getirme söz konusu olacaktır. Gerçek anlamda tıkanmış damara damar eklendiğinde ise hiç kuşkusuz ameliyat başarılı olacaktır.

       Tansiyona bağlı kalp arızaları kan basıncı hastalıkları olarak nitelendiği gibi ruhsal bozukluklarda öyledir.  Özellikle kalp nevrozu denilen hastalıkların sinirlerle doğrudan ilgisi var diyebiliriz. Nitekim kan basıncının düşmesiyle birlikte ani kalp şoku tezahür edebiliyor. Kalp hastalıkları her ne sebeple olursa olsun üzüntüden uzak kalmakta fayda var. Bu yüzden Müslüman ülkeler bu yönden şanslı sayılırlar. Çünkü beş vakit abdest alarak damarlara jimnastik etki yaptırmanın yanı sıra tevekkül hali de onları iri ve diri tutmaktadır.  Hem nasıl iri ve duru tutmasın ki, bikere maneviyatın doğrudan kalple an köprü bağı vardır. Dolayısıyla kalbe sadece et parçası gözüyle bakamayız. Nitekim “Müminin ferasetinden sakınınız! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” (Tirmizi, Tefsir’ul Kur’an,16, Suyâtîel Camu’ssağir,1, 24) hadis-i şerifi bunu doğruluyor zaten. Feraset aynı zamanda bir gönül yanmasıdır. Gönlü sevgi ile dolu olanlar kalben huzur doludurlar.   Huzursuzluk kalpteki ritim bozukluklarını tetikleyip ekstra sistol denilen kalp duraklamasına neden olması an meselesidir diyebiliriz. Halk dilinde malum buna çarpıntı denmekte. Özellikle böbrek rahatsızları, ateşli hastalıklar, akciğer hastalıkları ve kronik bronşit çarpıntıya yol açabilecek etken unsurlardır.

       Velhasıl-ı kelam; kalp kanımızı sağ kulakçık, sağ karıncık, sol kulakçık ve sol karıncık diye anılan dört odacıklı bir yapı içerisinde atar, toplar ve kılcal damarlar yoluyla vücudun en ücra noktalarına kadar dolaşımını yaptıran mükemmel şahika eserin ta kendisi motor gücümüzdür.

          Vesselam.