Selim Gürbüzer


KENDİ İMAJINI KENDİN OLUŞTUR VE KENDİN GİBİ OL

Aynalar yalan söylemez sıkça duyduğumuz nakarattır. Nitekim çocuk dünyaya geldikten ancak 6-8 ay sonra aynada kendisi olduğunu fark eder. Öylece ilk tanıma aynayla başlar.


       Aynalar yalan söylemez sıkça duyduğumuz nakarattır. Nitekim çocuk dünyaya geldikten ancak 6-8 ay sonra aynada kendisi olduğunu fark eder. Öylece ilk tanıma aynayla başlar.  Dolayısıyla çocuk kendine aynada görmekle imajıyla buluşmuş olur.  Daha sonra sırasıyla aile,  arkadaş, okul, çevre ve iş hayatı gibi etken unsurlar kişiye yeni imajlar katar. Böylece insan ne yaptığıyla değil, neye sahip olduğuyla fark edilip hayat imajı ortaya çıkar. Anlaşılan imaj bir kerelik olmayıp süreklilik arz eden bir gösterim olarak adından söz ettirir. Tabii bu arada imaj sadece kişi ile sınırlı değil, kendi içerisinde öz imaj, algılanan imaj, ideal imaj gibi bir takım versiyonları da var elbet. Örnek mi? Mesela “Ayinesi iştir, kişinin lafa bakılmaz” atasözü aslında kişinin öz imajını ortaya koyan bir kelam olması bunun en bariz örneğini teşkil eder. 

          Günümüzde imaj daha çok üretim sektöründe kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmakta. Dolayısıyla ürünümüzü pazarlamaya gittiğimizde kendimiz başta olmak üzere iyi bir imaj sergilememiz gerekir. Aksi takdirde ürünümüz kabul görmez. Yani kişilik imajımızla pazarlayacağımız ürün özdeşleşmeli ki ürünümüz pazarda yer bulabilsin.  Sadece kişilik imajı mı? Elbette hayır, kişilik imajının yanı sıra üretilen ürünlerin toplam kalitesi, performansı, güvenirliliği, standardizasyona uygunluğu, dayanıklılığı, estetiği, markalaşması gibi unsurlarda önem arz eden kriterlerdir. 

           Bir kere ürün tanıtımı yaparken kesinlikle göz temasında kaçınılıp, yüz çehrenin dik tutulması icap eder.  Nasıl mı= Mesela kaşları 1-2 saniye kaldırmak dostluk işaretidir. Burun ucundan bakmak üstünlük anlamında bir tavır olup, müşteriyi soğutan bir davranıştır. Keza el sıkma, kucaklaşmak,  dost eli uzatmak gibi eylemler karşı taraf için birer jest örnekleridir. Kulak çekme, ense kaşımak, kâğıtları küçük parçalara ayırmak türünden bilinçsiz tavırlar ise karşı tarafı hafife alma ve hiçe sayan davranışlardır.  O halde hal ve hareketlerimize dikkat etmek gerekir. Şunu unutmamak gerekir ki konuşma adabı da kişinin karakteristik imajını ele veren etken unsurdur.  Dedikodu yapmak mutsuzluğun bir işareti sayılıp,  müşteri nezdinde kendine güvensizlik, menfaat gözetlemek çağrışımı uyandırır. 

         Tabii bitmedi dahası var, şöyle ki müşteriyi tedirgin eden birçok irrite davranışlar daha vardır ki, bunlar:  

      -Kollar göğsün üzerinde ise kapalılık, kızgınlık, olumsuzluk çağrıştıran ruh halini yansıtıp savunmaya geçme imajı oluşturur.

      -Kafayı kaşımak zor durumda olduğuna, tereddütlü ve kararsızlık haline işaret teşkil eder.

      -Elleri kenetleme; iletişime kapalılık ifade eder.

      -Ellerin önde birleşik tutulması; suçluluk, mahcupluk imajı verir.

     -Gözün elle ovuşturulması; yalancılık alametidir.

      -Parmakların ağzın içine alınması, heyecan, panik, korku manasınadır.

       O halde bu ve buna benzer davranışlardan kaçınmalı ki müşteri memnuniyeti oluşturabilsin.  Mesela kurbanlık hayvan alımında uzaktan pazarlık yapılmaya kalkışılırsa satış işlemi gerçekleşmez.  Ne zaman ki taraflar kollarını sallayaraktan el sıkışılırsa işte o zaman samimi satış işlemi gerçekleşmiş olur. Ayrıca iş ortamında mümkün mertebe kısa ve öz ifadeler kullanmakta fayda var.  Konuşmaya başlamadan önce kendimizi 30 saniyelikte olsa tanıtmak gerekir.  Yani tanıtım konuşmanın birinci basamağı olsun ki yıkıcı değil yapıcı imaja sahip olduğumuz anlaşılmış olsun. Hatta renkli ve canlı ifadeler kullanmalı ki yapıcı imajımıza daha da bir imaj katmış olalım. Konuşmaya başladığımızda tane tane değil de hızlıca konuşsak bile kontrolü elden bırakmayıp ağzımızdan çıkan her cümleyi kulağımızın da duyacağı şekilde adabı lisanınca dile getirmek gerekir Yeter ki lisanımızı argo ifadelerle kirletmeyelim bak o zaman lisanı pak kendiliğinden hâsıl olur da.  Madem öyle kaba saba lisan kullanmaktan ve basmakalıp sözlerden uzak durmak gerektir.   Hatta konuşmalarımıza uygun anılar, anekdotlar ve espri katmakta fayda vardır. Asla konuşma süreci içerisinde bozuk plak misali “Eee, şey, yani, falan, filan” gibi parazit ifadelere yer vermemeli.

        Vereceğimiz mesajlarda etkili söz, ses akıcılığı ve beden dilini iyi kullanmalı. Sözümüz, sesimiz beden dilimiz ne kadar etkili olursa insanlar üzerinde o kadar da imajımız olumlu yönde iz bırakır. Meramımızı anlatırken başımızı hafif yan yatırmalı ki dinleme dikkatimizi artırmış olalım.  Hatta bu tip davranışlar yakınlık doğurup kaynaşmayı beraberinde getirir. Mümkün mertebe göz teması kurmalı, aksi takdirde dinleyici kendisinin kale alınmadığı imajını çıkarır.  Hakeza havaya bakarak konuşmakta öyledir.  Mutlaka dinleyici ile karşılıklı göz teması sağlayaraktan iletişim kurmalı ki ona değer verdiğimiz imajı oluşabilsin.   Zaten karşımızdakine değil de başka tarafa bakarsak kendisine saygısızlık olarak algılayıp sırtını dönmek zorunda kalacaktır.

         Satıcının imajı olduğu gibi alıcının da imajı var. Şöyle ki;  genellikle devlet parasıyla bir şeyler alacaksak pahasına bakmaz kalite imajı ararız.  Derler ya bedava mal baldan tatlıdır diye,  aynen öylede bu tür emeksiz geçinme imajına da tüyü bitmemiş yetimin hakkını yeme anlamında bedava devlet sırtından geçinme imajı dersek yeridir. Şayet devlet sırtından değil de kendi alın terimizle kazandığımızda bir bakıyorsun titiz davranabiliyoruz. Nitekim kendi emeğimizle kazandığımız parayla alış verişe çıkıp kendimize bir şey alacak olduğumuzda önce etiket tutarına bakar sonra kalite imajı aradığımız ortaya çıkar.  Ya da kendi kazancımızdan kendimize değil de bir başkasına bir şeyler alacak olursak hemen ucuza kaçıp başkalarının imajına önem vermediğimiz ortaya çıkmış olur.

         Peki, ya sahiplenmek imajı nasıl bir şeydir derseniz malumunuz hemen her insan da sahiplenmek melekesi doğuştan vardır. Nitekim bir düğün veya toplantı merasimine gittiğimizde ortamda bayanlar varsa eşimizin biranda ceketinizin üzerindeki kepek veya tozu silmesi, kravatımızı düzeltmesi gibi davranışlar sergilemesi tipik sahiplenme imaj özelliğinin varlığını gösterir.

         Düşünün ki bir adam araba almış fotoğraf çektiriyor,  tam o sırada yoldan gelen bir başka biri arabanın diğer tarafında aynı pozu verse, ister istemez araba sahibinin tavrı değişip ayağını indirin bakışı atacaktır. Zira başkasının mülkünde hava atmayı kim sever ki. Dolayısıyla sahiplik imajı doğuştan gelen bir duygu olup,  kimse mülküne toz kondurmak istemez.

        Yine mesela makam sahibi bir insanın ziyaret ettiğimizde dirseğimizi şayet masaya yaslayarak oturma pozisyonu alırsak bir anda makam sahibinin sahiplenme duygusunu kabartmış oluruz. Keza öylede makam sahipleri vardır ki;  geçmişte hemhal olup merhabalaştığı arkadaşlarına ziyaret randevusu vermekten imtina edebiliyor. Eşmiş dostmuş, hak getire, tam aksine nerde menfaatçi, yalaka tipler var ancak onlar makam sahiplerinden randevu alabilmekteler.  Hadi diyelim ki öyle kritik ve hassas üst seviye makamlara gelmiş yöneticilerin yoğun programlarından dolayı görüşme talepleri geri çevirmek zorunda kalabiliyor,  olsun yine de geçte olsa bir şekilde dönüş yapmalıdır. Aksi takdirde sözkonusu randevu talebinde bulunan o insan kendisini bu dünyada kapısını çalabileceği, meramımı dinleyecek bir dost elinin uzatılmayacağı hissine kapılacaktır. Ki, bunun adı gönül incinmesidir. Şayet o yöneticinin kapısına gelen bir insanın gönül incinmesi umurunda değilse o makamda oturmaktansa dağda eşkıyalık yapsa daha iyi olur. Zira hiç kimsenin kapısına gelen insanı dışlama hakkı yoktur. O halde siz siz olun bu tür devlet mülkünde sahiplenme imajına sahip yöneticilerden uzak durun. Çünkü hiç kimse şah değil, padişah değil. Kaldı ki bizim padişahlarımız reayanın mutluluğunda kendi mutluklarını görüyorlardı.

         Yurtdışında iş yapıyor veya uzak bir memlekette tatil yapıyor isek, ya da o bölgenin insanı ile bir şekilde diyaloga girmişsek, diyalog esnasında kendi kültürümüzün gereği olarak yapacağımız birtakım davranışlarımız farklı gözle bakılacağını son derece doğal karşılamak gerekir. Çünkü aramızda kültür farkı vardır.  İşte burada akılda tutulması gereken bazı etkileşim kurallarını bilmemiz icab eder. Dahası yabancı uyruklu insanlarla iletişim kurma esnasında sabırlı olmakta fayda var.  Mesela Amerikalılar iletişimde son derece resmidirler. Nitekim omzuna veya sırtına dostça sarılmayı hoş karşılayamayabiliyor. Mesela bizim algılarımızda Amerikalıların gözleri vasıtasıyla etkileşimde bulunmaları hasebiyle onların bakışlarından kendimize bir hisse payı çıkarıp yüzyılın en iyi iletişim etkileşimine başardığımızın handikabına kapılabiliyoruz.  Oysa o bakışlar kendi yaşadığı toplum ile ilgili iletişim aracıdır.  Amerikan kültür gereği asla “Ne haber Joe” deyip omzuna dokunmamak gerekir. Dokunmak daha çok doğu toplumuna özgü bir iletişim modelidir. Keza yine bir takım bedeni hareketlerde öyledir. Mesela Asya kültüründe baş sallama ‘evet’ veya “kabul” demek olup, yani sizi duyuyorum anlamındadır. Şayet bir insan kafa sallıyorsa sizi duyduğu manasına gelir.  Kelimenin tam anlamıyla doğu kültüründe dokunma samimiyet diğerlerinde yanlış anlamalara sebebiyet veren bir algılamadır.  Doğu insanı daha söze başlamadan  “Selamün Aleyküm” dediğinde hemen yakınlaşma beraberinde gelir. İngiltere’de ise tanışacağımız bir insana ilk etapta mesleğini sormak doğru değildir, nasılsın diyerek diyaloga girmek daha uygundur.  Türkiye’de parmaklarla sayı saymaya başlanıldığında işaret parmağıyla başlanılır İngiltere’de ise başparmaktan başlanılır. Belli ki yabancılarla aramızda derin kültür farklılıkları söz konusudur. Nitekim bizim öz kültürümüzde parmak işareti aynı zamanda kelime-i şahadeti hatırlatır.  Hele bir Anadolu insanı karşısındakine yemeği nasıl buldunuz diye sual ettiğinde cevaben “Very good”  denilirse o Anadolu insanının şaşa kalıp panikleyeceği muhakkak. Şayet very good yerine dudak şaklatıp ‘baç’ sesi çıkarmak veya parmağımızı üçgen şekliyle işaret edilirse çok rahatlıkla mükemmel olduğunun ve memnun kaldığının işaretini almış olacaktır. Kelimenin tam anlamıyla ülkemizde mükemmeliyeti belirtmenin yolu parmakların uçlarını birleştirip üçgen haline getirmek kâfi olabiliyor.  İtalya’da tam tersi durum söz konusudur.  

         Yine malumunuz bizim ülkemizde “hayır”  demek dudak çıtlatmaktır. “Evet” ise baş eğmektir.

          Öyle anlaşılıyor ki, bir insanın sahip olduğu kültürü hangi ülkeye ait olursa olsun bilhassa tanışma faslında en başta nezaket kurallarını gözetmek önceliğimiz olmalıdır. Mümkün mertebe konuşma tonumuzu düşürmekte fayda vardır, yani hiç yoktan sesinizi yükseltmeye gerek yoktur. Zira ses tonunun yüksekliği sanılanın aksine anlaşılırlığı artırmaz. Kaldı ki dili yabancı olan bir insan işitme engelli değildir. O halde ister yabancı uyruklu olsun isterse yerli hiç fark etmez bağırarak konuşmak adap dışıdır. Ve durduk yere karşımızdakinin belleğine kötü imaj kişilik olarak yer etmiş oluruz.   

         Berlusconi avucunu açtığında halka güvendiği mesajının verir. Aynı hareketi çocuklara yaptığında sevgi çağrıştırır. Avucunu çevirdiğinde etrafa aslına uygun diyebileceğimiz otantik duygu yüklü bir imaj oluşturur.

       İletişim doğal olmalı, tokalaşmayla bile samimi iletişim kurabiliriz pekâlâ. Nitekim geçmişte Milli Eğitim Bakanlarımızdan rahmetli Hasan Celal Güzel samimi tokalaşmasıyla iletişim kurabilen yönüyle dikkat çeken bir bakanımız olup, karşı taraf içinse iyi bir imaj oluşturan bir davranış türüdür bu.

         Eller kadar parmaklarında karşı tarafa verdiği bir işaret mesajı söz konusudur elbet.  Zira avucumuzu açtığımızda samimiyeti çağrıştırır. Parmak işaretiyle konuştuğumuzda ise tehdit imajını çağrıştırır. Keza başparmak işaretiyle yapılan iletişimde egoluk çağrıştırıp, mesela herhangi bir kahvehanede garsona “oğlum bana çay getir”  diyerekten seslenmek bunun tipik bir misalini teşkil eder. 

           Özenti imajı da toplumuza sirayet eden bir hastalığımız.  Nitekim “Amerika’da yapılan bir araştırmada” diye söze başlanıldığında hemen dikkat kesiliriz, söz konusu araştırma “Anadolu’da yapılan bir araştırma” denildiğinde dikkatimizi odaklamayız. İşte bu da tipik bir yabancı hayranlığının bir göstergesidir. Aynı zamanda kendi insanımıza güvensizliğin bir işaretidir.

         Eşler arasında imajda çok önem arz etmekte. Zira mahrem kalmak kaydıyla en mutlu çift birbirine dokunan, en mutsuz ise dokunmayandır.

          Hiç kuşkusuz evli çiftler arasında farklı imaj profilleri söz konusudur. Mesela hanımlar bu noktada erkeğinin her türlü imaj yönünü görebilme ve hissedebilme istidadı çok yüksektir.  Çünkü onların altıncı hisleri erkeklere nazaran daha baskındır. Bu yüzden duygusaldırlar.  Erkekler malum hoşlandığı bir bayanı gördüğünde genellikle kılık kıyafetinden daha çok hemen saçını düzeltmeye yeğler. Ancak gel gör ki hanımlar daha çok estetiğe çok dikkat edip şayet karşıt cinsinden bir erkekten hoşlanmışsa parmağıyla yavaş yavaş saçıyla oynamaya başlayaraktan arkasına attığı görülür.  Hele günümüzde bir bayan aksi yöne doğru değil de aynı hizada erkeğin bulunduğu yöne doğru ayak ayaküstüne atmışsa bu bir sevgi gösterisi olarak algılanıp hatta bu arada bayanın göz bebekleri bir anda büyür de.  Ancak şu da bir gerçek eskiden hanımlar asla ayak ayaküstüne atmazlarmış, doğru olanı da buydu zaten.

        Hâsılı kelam yukarıda verdiğimiz birtakım imaj örneklerinden sonra bizim tavsiye edebileceğimiz en doğru imaj oluşturma yöntemi  “Kendi imajını kendin oluştur ve kendin gibi ol” tavrıdır.

         Vesselam.