İrfan Sönmez


KİM KAZANDI?

Bahçeli, son grup toplantısında da –Öcalan’ı mecliste konuşturma-davetini tekrarladı.


Bahçeli, son grup toplantısında da –Öcalan’ı mecliste konuşturma-davetini tekrarladı.

Bunu kabullenmek mümkün değil.

Bir ülke savaş kaybeder, kazanan tarafın kumandanı gelir o mecliste konuşur. Apo’ya davetin milli vicdanda yaratacağı etki budur.

Terörün bitmesi hepimizin temennisi, ama bunun yolu terörün kendisinden daha büyük manevi  yıkımlara sebep olmak değildir.

Öcalan, gerçekten terörü bitirmek istiyorsa bulunduğu yerde şartları hazırlanır, konuşmasını yapar, Türkiye’nin, şikayet edilen konularda birçok düzenleme yaptığını, şiddetin gerekçesi kalmadığını söyleyerek  PKK’yı silah bırakmaya davet eder. 

Çağrı amacına ulaşır, beklenen sonuç alınırsa devlet de gereğini yapar.

Ancak şu unutulmamalıdır:

Çözüm sürecinde PKK, tutuklu bir kişinin(Öcalan’ın) iradesi ile hareket etmeyeceğini açıklamıştı.

Şu da unutulmamalıdır, Öcalan yakalandığı tarihten bugüne kadar taleplerini hep artırdı. 

Yakalandığında itirafçı olmak için can atıyordu. Onu sorgulayanlar şöyle sorguladık, böyle sorguladık diye şimdi hava atıyorlar. Kimse çıkıp da bu adamı niye –itirafçı- yapmadınız? diye sormuyor.

Sonra demokratik cumhuriyet demeye başladı. Türkler Kürtleri ezmedi dedi. Hatta Şeyh Said isyanında devletin meşru müdafaa hakkını kullandığını söyledi.

Bir süre sonra taleplerini yine değiştirdi demokratik konfederalizm dedi. Bir Ortadoğu federasyonundan bahsetti. Kürtler, Türkler, Araplar ayrı devletler olarak  bir araya gelecek bir federasyon kuracaklardı. Tabi ki her birim federasyona bağımsız iradesi ile katılacak, kafası estiği zaman da çekip gidecekti. Bunu ABD, 1965'de Demirel’e de teklif etmiş, Demirel genelkurmay ile görüşüp reddetmişti.

Apo’nun geçirdiği evreleri çoğaltmak mümkün, başlarda sadece özel okullar için Kürtçe eğitime izin verilmesini istemiş, bir süre sonra Kürtçenin resmi dil olmasını ve anayasal statü talep etmişti.

Bu Apo, o dönem ülkeyi yönetenlerin- ki   Ecevit-Bahçeli ve Mesut Yılmaz’dı- vizyonsuzluğu ve MİT’in o günkü yöneticilerinin bastırması neticesi asılmadı. Gerekçe; asmayalım kullanalım-dı. Asmadılar, mahkeme kararını uygulamadılar, onu kullanmak şöyle dursun onu içeride daha da büyüttüler. Kullanmak, onu kurtarmak ve toplumu ikna etmek için bulunmuş yalan ve ahlak dışı bir gerekçe idi. PKK gibi lider eksenli hareketleri bitirmenin yolu liderini madden veya manen etkisizleştirmektir. Onu yaşatarak aslında PKK’yı yaşattılar. Peru gibi iki yüz yıllık bir devlet Aydınlık-Yol hareketi lideri Guzman’ı içeri alıp, bir af ilan ederek Örgütünü bitirdi. Biz bunu yapamadık,  hem yöneticilerin vizyonsuzluğu, hem de suret-i haktan görünüp gerçekten terör örgütüne müzahir olanların etkili propagandası buna imkan vermedi. 

Şimdi bu eli kanlı teröriste ve ufuksuzlukları bin defa ispatlanmış siyasetçilere güvenmemizi istiyorlar.

Bu, adım adım hazırlanmış bir projenin devreye sokulmasıdır. Hatırlayın, önce sn Erdoğan, ”Milletin çeşitliliğini yansıtan yeni bir anayasa” istedi. Sonra 3 ay kadar önce Bahçeli, ”Türkiye milleti” dedi. Erdoğan zaten bunu her zaman diyor.  Ardından meclis başkanı Numan Kurtulmuş, anayasanın,  ülke ve milletiyle bütünlüğümüzü, marşımızı, dilimizi ve bayrağımızı koruma altına alan 3. maddesinin değiştirilmesini istedi. Bütün bunlar toplumu alıştırma safhasıydı. Belli bir kıvama gelindiğine karar verilmiş olacak ki, Öcalan’a Bahçeli’nin ağzı ile mecliste konuşma davetiyesi gönderildi. 

Şaşkınlık geçiren taban ise hep aynı hikaye ile efsunlanıyor: “Liderin bir bildiği vardır.” Türk siyasetini elli yıldır takip ederim, hep bir bildiği vardır sanılan kişilerin hiçbir şey bilmediklerini, izah edemedikleri ve savunamadıkları politikaları hep bu şekilde kabul ettirdiklerine şahit oldum. Bir şey bilselerdi elli bin kişinin ölümüne neden olmuş eli kanlı bir katili meclis çatısı altında konuşmaya çağırmazlardı.

Yapılan kayyum atamaları da senaryonun bir parçası gibi görünüyor. 

Bu tasarrufla, sanki toplumun bazı kesimlerinde meydana gelen infiali önleme hedefleniyor.  Yerel seçimlerden beri DEM’li belediyeler Türk bayrağını, İstiklal marşını kabul etmiyor; belediyelerinde Kürtçeyi birinci dil, Türkçeyi olsa da olur olmasa da olur haline getirmeye çalışıyorlardı. İktidar bu vahim tabloyu hep seyretmeyi tercih etti. Zamanında yapılmayan bir teşebbüs zamanından sonra yapılınca tereddütlere neden olur. Hedefin gerçekte kamu düzenini korumak olup olmadığı tartışılır hale gelir. Belli ki,  bu girişimle, Öcalan’ın meclise çağrılmasının yarattığı şokun etkisini azaltmak, iktidar terör örgütü ile mücadele ediyor havası yaratılarak,(bu sürece kadar gerçekten de etti) sürece toplumu ikna etmek  ve CHP’yi tuzağa düşürmek hedeflenmiş. O tuzağa düştüler. “Ben bu ülkenin bayrağını, marşını, milli bütünlüğünü, dil birliğini kabul etmiyorum, ama belediye başkanlığını, milletvekilliğini kabul ediyorum”  diye bir şey olamaz. Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de veya başka bir ülkede o ülkenin birlik sembollerini ve toprak bütünlüğünü reddeden biri bu görevlerde kalabilir mi? Ancak görevden almalar siyasi ve idari tasarrufla değil, yargı tasarrufu ile olmalı, sonrasında meclis kendi başkanını seçmelidir. Böyle bir uygulama tartışmaları da azaltacaktır.

Meselenin bu noktaya getirilmesine karşı herkes şu soruları kendine sormalıdır, kim kazandı? Bahçeli’nin davetinden beri sosyal medyaya bakın, bütün bölücüler zafer kazanmış gibi paylaşımlar yapıyorlar. Devlet oluyoruz diye sevinç naraları atıyorlar, Bahçeli’yi bile dize getirdik diye seviniyorlar. Süreci eleştirenleri aşağılıyorlar, tehditler savuruyorlar. Bu kafayla bir ülke terör ve bölücülük belasından kurtulabilir mi?