Selim Gürbüzer


KÜLTÜR DEĞERLERİMİZ

Sanayi toplumlarında sosyal ilişkiler son derece mekanik ve rasyonel tarzda ilerlemekte. Oysa mekanik ve rasyonel olarak işleyen ilişkilere kültür harcını da katmak gerekir.


Sanayi toplumlarında sosyal ilişkiler son derece mekanik ve rasyonel tarzda ilerlemekte. Oysa mekanik ve rasyonel olarak işleyen ilişkilere kültür harcını da katmak gerekir. Zaten hislerin donuklaştığı kalplerin merhametten yoksun olduğu toplumlarda gelenekler kör, sağır ve dilsiz bir haldedir. Bu gidişle manevi sefalet içerisinde bunalıma sürüklenmek an meselesidir. Dolayısıyla bir hiç uğruna kendi iç boşluğunda debelenen nesil görmemek için kültür değerlerimize önem vermemiz icap eder.

İnsan özü itibarıyla iki kutuplu yaratılmış olup dış yüzüyle maddeye, iç yüzüyle de sübjektif âleme meyillidir. İnsan dış veçhe cihetiyle teknolojik gelişmeler üretir, iç veçhe cihetiyle de kültür üretir.

Kalburüstü iştihalarımıza önem verdiğimiz kadar, kalbur içi sonsuzluğa kanatlandıracak öte âleme de yönelmeli. Şayet duygusal bağlarımızı ileri teknoloji seviyeye geleceğimiz noktada yaşatmak istiyorsak her şeyden önce kültür seferberliği başlatmak gerekir. Çünkü tarihi köklerimize baktığımızda medeniyet oluşumumuz kültür harcıyla yoğrulmuştur. Böylece bu gerçekler ışığında medeniyetler para (madde) ile değil inançla kurulur gerçeği ile yüzleşmiş olduk. Dahası medeniyet oluşumu kültürel değerleri vücut bulmasıyla vuku bulmakta.

Öyle anlaşılıyor ki bir toplum sadece maddiyatla değil, bunun yanı sıra örf adetler, destanlar ve masallar gibi kendi kültürel değerleriyle var olabilmekte. Madem öyle, tez elden kültür seferberliğine koyulmak birinci vazifemiz olmalı.

Değişimin hızla gerçekleştiği çağımızda tek değişmeyeni hiç kuşkusuz köklü gelenek ve göreneklerimizdir. Maziden atiye değişmeyen köklü yapımızı nesiller boyu aktarmak için kültürel değerlerimize sahip çıkmaktan başka çaremiz yoktur. Zira toplumsal değişimde canlılığı koruyabilmenin iksiri kültür harcında kodlu. Dolayısıyla özümüzde kodlu olan yerel değerlerimizi gün yüzüne çıkarmaksızın hemen her alanda atacağımız her faaliyet er geç fiyaskoyla neticelenecektir. Gerek ekonomi alanında gerek sosyal alandaki ilerlemeleri devamlı kılmak için mutlaka kültürel değerlerimizi gün yüzüne çıkarmak gerekir ki toplum bu değerle dinamizm kazanıp içi boş sosyal münasebetlerin ve tüketim çılgınlığına ve sömürü sistemine dayalı maddi kalkınmanın kurbanı olmasın.

Evet, kültür değerlerimiz yapacağımız her faaliyete can mayamız olması hasebiyle bizi biz yapan kültür değerlerimize sımsıkıca sarılıp kültürel her türlü faaliyete destek olmalıdır. Zaten kültür kodlarımız genlerimize işlenmiş durumda. Nitekim anaların sevgi dolu bakışları kültür mayamızın evladı üzerinde tutku göstergesidir. Hele ki materyalizmin kol gezdiği günümüzde şayet gözümüzden bir damla gözyaşı akıyorsa bunu büyük ölçüde analarımızdan emdiğimiz süt ve evlat sevgisine borçluyuz. Madem öyle daha doğarken annemizden aldığımız sevgi mayamızı sürekli mayalamalı ki kültür değerlerimizi bu çağda da koruyup kökü mazide atî bir toplum olabilelim.

Bakınız, Yahudiler senelerce vatansız yaşamalarına rağmen örf adetlerinden taviz vermedikleri için dünyanın her tarafında konakladıkları mekânlarda kültür kodlarını koruyabiliyorlar. Öyle ki Arz-ı Mevud ideallerini tarihi süreç içerisinde bugünlere taşıyıp yılmadan usanmadan devam ettirmek çabası içerisinde olmuşlardır. Hatta bu uğurda geleneksel günleri olan cumartesi günlerinde ateş yakmadıkları gibi toplum olarak merasimlerinde başlarına takke geçirip kutsal günlerini yâd etmenin heyecanını yaşarlar hep. Yetmedi bin yıllık İbranice dillerini canlandırıp milli dil haline getirmek cihetiyle de kültürlerine sahip çıkmışlardır. Derken dünyanın en kuvvetli gelenekli hüviyete sahip toplulukları olarak dikkat çekmekteler.

Peki ya biz? Malum bizlerde gerek İslamiyet öncesi, gerekse İslamiyet sonrası miras olarak devraldığımız kültür hazinelerimizin bilincine varamadığımız gibi geldiğimiz noktada batıcılık sev asına kapılmışız da. Derken o eski, o muhteşem günleri mumla arar hale geldik. Hatta bundan daha da öte kültür değerlerimiz kafesten kaçan bir kuş misali elimizden uçuverdi. Sanki batıcılık tufanına yakalanır bir halde elimizde avucumuzda her ne varsa hemen her şeyimizi kaybediverdik. Yine de büsbütün ümidimizi de yitirmiş sayılmayız. Ta ki özümüzde var olan kültür kodlarımız yeniden mayalanıp maya tutarsa işte o zaman toplum olarak yeniden ruhun dirilişe geçmesi an meselesidir diyebiliriz. Dahası diriliş mayası tuttuğunda Bilge Kral Aliya Izzetbegoviç’in dediği gibi ‘Türkiye bir ayağa kalkarsa insanlık ayağa kalkar’ sözleri bir hayal olmaktan çıkıp hakikatin ta kendisi bir diriliş olacaktır.

Ne yazık ki şimdiye kadar sözlü ya da yazılı kültür hiç fark etmez, topyekûn kültür değerlerimizin kıymetinin farkına varamadığımız gibi örfümüzün bir tür anayasamız hükmünde değerler olduğunu bir türlü kavrayamadık. Oysaki bizleri tarihi köklerimizle buluşturacak olan kural ve kaideler sözlü ve yazılı kültür hazinelerimizdir. Dolayısıyla kendi öz benliğimizi hatırlatan, toplumsal bağlarımızı güçlendiren kültürümüzün kıymetini bilmeliydik. Her şeye rağmen yine de tez elden Bilge kağanın deyişiyle ‘Ey Türk titre ve kendine dön’ misali silkinip yeniden kültürel değerlerimizi inşa yoluna koyulmalı. Hele bilhassa bizden sonraki kuşaklara kendi öz kimliğini kazandırmada en etkin rol oynayan kültürel değerlerimizi yaşamak ve yaşatmak biricik vazifemiz olmalıdır.

Tarihi çizgimizde kimlik bunalımına düşmemek adına mukaddes kültürel değerler etrafında kenetlenmeye mecburuz. Çünkü toplumlar ancak kültür değerleriyle köklü ilişkiler kurabiliyor. Fiziki bakımdan benzer toplumlar birbirlerinden uzak diyarlarda yaşalar bile eğer kültür değerlerine ve geleneklerine sadıksalar hiçbir şartta kimlik krizi açmazına kolay kolay düşmezler. Nitekim Orta Asya Türklüğünün Türkiye’ye bakışı; Anayurt duygusallığı çerçevesinde bir duygu bağlılığı olup bunu kültürel değerler boyutunda Türki Cumhuriyetleriyle olan soy bağıyla kurduğumuz ilişkilerimizde pekâlâ görüp hissedebiliyoruz. Keza Türkiye olarak da insanımızın kahır ekseriyeti de aynı hislerle Türkî Cumhuriyetlere olan bağlılığı aynı eş değer ölçüde olup can yürektir de. Bu demek oluyor ki dünyanın değişik coğrafyalarında yaşayan Türk toplulukları nerelerde konaklıyor olurlarsa olsunlar birbirlerine karşı bu denli gönül bağıyla bağlanmalarının perde arkasındaki sır güçlü geleneklerimizin insicamında kaynaklanan bir durumdur. Belli ki gelenek ve göreneklerimiz Türk dünyasını ayakta tutan abidevi kültür değerlerimizdir.

Şu bir gerçek ki; töreler ve geleneklere sadece folklorik açıdan yaklaşıldığında sembolik olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Bu noktada dikkat edeceğimiz husus kültür değerlerimizin varlığını idrak etmek, yaşamak ve yaşatmaktır. Ama gel gör ki, yukarıda da belirttiğimiz üzere yıllarca kültür hazinelerimizin kıymeti sembolik gösterilerden öteye taşıyamadık. Kültürümüzü ya bir tiyatro sahnesinde ya da bayram kutlamalarında müzelik halde seyreder konumla yetindik hep. Oysa kültürümüz müzelik durumdan çıkarıp toplumun geneline yayacak bir hayat tarzı olarak yaşatmak gerekti. Zira kültür yaşandıkça bir kıymet ifade eder.

Anlaşılan o ki; kültürel değerlerimiz yaşandığı sürece ancak medeniyet olunabiliyor. Bayramlara özgü bir kültür anlayışıyla bırakın medeniyet olmayı millet bile olunamaz. Ne yapıp edip bu çelişkiden kurtulmamız gerekiyor. Şayet yeniden Türk-İslam medeniyetini ihya etmek istiyorsak kendi öz kültürel kodlarımızı hareket geçirmek mecburiyetindeyiz.

Toplumun iki dünyasından biri maddi alan diğeri ise kutsal addettiği köklü örf ve adetlerimizin hâkim olduğu alanlardır. Yani bu demektir ki her ikisi bir arada olduğunda ancak toplum çok büyük kazanım elde edecek demektir. Şu iyi bilinmeli ki köklü gelenek ve örf adetler toplumları erdemli hale getirebiliyor. Malumunuz sanayi toplumlarının içine düştüğü mekanik ve rasyonelcik girdabına düşmelerinin nedeni erdemlilik dışı kalmalarından ötürüdür. Madem öyle, bizde bu döngüye düşmemek için sanayileşmiş bilgi çağında makinenin kölesi olmaksızın erdemli toplum hali kazanmak gereklidir. Dahası diriliş ruhunu ilkin genç kuşaklara aşılamakla işe koyulmalıdır

Bakınız Batı dünyası gelinen noktada yitirmiş olduğu ruhunu arıyor. Yani kendi kutsal değerlerini yeniden toplumuna kazandıra hesapları yapıyor. Anlaşılan o ki töreler ve gelenekler makinenin çarklarında ruhunu kaybeden toplumlara da değer katacak türden çimentolardır. Ki, kutsal dışı nesneler ancak kutsi değerlerle yeşerebiliyor. Dolayısıyla mekanik ve rasyonel ilişkilerin kutsi sembollere de ihtiyacı vardır dersek yeridir. Mesela bu noktada İngiltere kutsi değerlerine önem vermiş devletlerden olup kendi endüstriyel tecrübelerine ilave olarak geleneklerini yaşatmaları önemli bir hadisedir. Öyle ki 1215’de ilan edilen Magna Carta Libertatum (Büyük özgürlük fermanı) İngiltere’nin Anayasası hükmündedir. Hakeza Japonya da öyle, Japonya kültüründen taviz vermeksizin süper güçlerle yarışır ülke konumuna gelmeleri bunun bariz bir örneğini teşkil eder.

Kültür değerleri şayet toplumun tabandan tavana tüm kademelerinde devam ettirebilir halde ise ancak o zaman o toplum diri ve iri olabiliyor. Bikere devamlılık arz eden bir yapıda hem nasıl iri ve diri olunmasın ki, zira kültü kodu her toplumu iri ve diri tutacak değerler manzumesidir. Malum, kültür kodlarına ve örf adetlerine yabancılaşmış toplumlar dinamizmden yoksundurlar. Bir toplumun uzun süre ayakta kalabilmesi ancak kültürünü her şartta ve ahvalde yaşayıp yaşatmasıyla mümkündür. Aksi takdirde kültürel değerlerden yoksun toplumlar kendilerini tarihin harabelerine gömülmekten kurtaramayacaklardır.

Modern dünyada insanlar adeta soluk soluğa nefes alamaz haldelerdir. Şaşkın bakışlar, stres ve vurdumduymazlık hali modern dünyanın en can alıcı problemi olarak karşısına çıkmakta. Şehrin merkezlerinde benzi sararmış insanların yüzlerindeki bu ifade kültürsüzlüğün yansımasını gösteren alarm işaretleridir. Modern dünya dedikleri dünya aslında kültürsüzlük üreten bir dünyadır. Düşünsenize hemen her şeyi A’dan Z’ye maddeye irca eden anlayış insanı bu duruma itiyor maalesef. Belki de insanlık kaybettiği değerlere yeniden kavuşunca kendine gelecektir. Belli ki kültürsüzlük ruhsuz insan tipi türetip, sıhhatsiz toplum oluşmasına yol açmakta. O halde kurtuluşumuzu kültürel değerlerle hem hal olmakta aramak gerekir. Gün değerlerimize sımsıkı sarılmak günüdür. Şayet bilgi çağına geçişte kültürel geçiş sancısına tutulmak istemiyorsak, yerli ve milli kültürel değerlerimizin toplumun tüm katmanlarına yaymak gerekir.

Şu iyi bilinmeli ki toplumlar sırf ekonomiyle hayatlarını sürdüremezler. Ekonomiye ruh katacak olan kültür kodlarını harekete geçirmekte toplumların yaşamasında kayda değer bir faktördür. Ekonomi her devirde değişkenlik göstermesine rağmen, kültür öyle değil, bilakis kültür değerleri nesilden nesile aktarılıp aynı zamanda millet olmanın yegâne temel çimentosudur. Dahası kültür, binlerce yıl öncesinden günümüze ve yarınlarımıza taşınacak türden bir değerdir. Keza kültür medeniyet olmanın da ön şartı bir değerdir. Nitekim kültür kodu olmaksızın medeniyet doğmuyor. Bir başka ifadeyle medeniyetlerin temelinde kültür olgusu gerçeği vardır.

Sağlıklı kuşak, sağlıklı toplum ve sağlıklı millet olabilmenin mayasıdır kültür. Nasıl ki tarihte kültür mayası sayesinde medeniyet olmuşsak bugünde kültür hazinelerimizi yeniden canlandırarak Özal’ın ifadesiyle ’21. Asır Türk dünyasının dirilişi asrı’ olarak ilan edebiliriz pekâlâ.

Yeter ki özümüzde var olan kültür kodlarımızı harekete geçirelim bak gör o zaman Türk-İslam medeniyetinin yeniden dirilişi neymiş, tüm cümle âlem yakinen görmüşte olacaktır.

Vesselam.