Osman Özbaş


KUT’ÜL AMARE ‘ DEN MİLLİ MÜCADELEYE

Kut’ül Amare Zaferi’nin 105. yılını kutluyoruz. Tarihin şanlı zaferinden adını alan Komutan Mirliva Halil Kut Paşa başta olmak üzere kahraman şehitlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.


Kut’ül Amare Zaferi’nin 105. yılını kutluyoruz. Tarihin şanlı zaferinden adını alan Komutan Mirliva Halil Kut Paşa başta olmak üzere kahraman şehitlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.

Peki nedir bu Kut’ül Amare Zaferi; önemi nereden geliyor? Bu tarihte, 29 Nisan 1916’ da, İngiliz komutan Townshend ile birlikte 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 er Kut bölgesinde Osmanlı kuvvetlerine teslim oldu.

Bu savaş Dicle Nehri kıyısında Kut’ül Ammare şehri; Selman-ı Pak, Kut bölgesinden, Irak’tan Basra Körfezi’ ne inen delta topraklarını içine alır. Savaşın galibi Arap yarımadasının bütününde ağırlığını hissettirecekti; bu nedenle İngilizler için yaşamsal bir önemdeyken, Osmanlı ordusu, gerçekten müthiş bir cesaret örneği göstermiş ve onlara Çanakkale’den sonraki 2. En büyük yenilgisini tattırmıştır.

Neticede düşmanın tamamı esir alınmıştır.

Büyük bir zaferdir. Kutlanmaya değerdir.

Kutlayalım, kutlanmalıdır;

Nitekim Kut Zaferi 1946’ ya dek kutlanmıştır.

Önce şunu vurgulayalım; bu savaş dillere destan bir mücadeledir…  Kut’ül Amare Zaferi İngilizlerin yenildiği hem de esaslı bir yenilginin nişanesidir.

Bize gelince;

Esas mesele, 1946’ dan sonra neden Kut Zaferi unutturulmaya çalışıldı sorusudur. Çünkü bu tarihten sonra Kut’ül Amare ders müfredatından bile silindi.

Gelin bu sürecin tarihi siyasal ve ekonomik yansımasını anlatalım.

İkinci Dünya Savaşı; Nazi Almanya’sının işgal adımları Avrupa’ yı kan denizine dönüştürdü; hemen sonrasında çevre ülkelerde Rusya-Amerika eksenine doğru bir ayrışma yaşanıyordu.

Yıl, 27 Aralık 1947.

Dönem CHP iktidarı; Türkiye’ yi İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak tutmak ve savaş ekonomisi uygulamak durumunda olan İnönü Hükümeti, Komünizm tehlikesine karşı haklı olarak Batı’ nın yanında yer aldı;

Fakat demokratik dünyaya yakınlaşma çabamız sırasında, Amerika’ nın dünyayı ‘dizayn’ etme paylaşımındaki gücüne boyun eğdik; açıklıkla ifade edelim, ‘boyun eğdik!’…

Yani Kapitalist dünya ve Liberal Amerika ile ticaret yaparak gelişeceğimizi söyleyenler bizleri ‘ekonomik prangalara’ mahkûm ettiler.

Truman Doktrini ve Marshall yardımı böyle bir sonuç doğurdu.

Milli Eğitim sistemimiz de o dönemlerde zaten bağımsızlık değildi; Batı dünyasıyla ilişkilerimizi ileriye götüreceğiz diye Amerikalıların görüş ve önerilerine açık olduğumuzu söylendi…

Ama yabancıların etkisi yalnızca ‘öneri’ düzeyinde kalmadı; Fullbright Komisyonu kuruldu; 1946’ dan beri eğitim müfredatını düzenleyen bu komisyonun ‘tavsiyeleri’ neredeyse milli ruhu sömürdü. Komisyonun başkanı olarak ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi’ ydi. Üstelik bir karara varılacağı zaman oy hakkı 2 ‘ydi; yani illa ki kendi diyecekleri olacaktı.

Oldu da; bu süreçte, 1946-52 arasında, Cumhuriyet kuşaklarını yetiştirecek örnek bir kurum olan Köy Enstitülerinin içi boşaltılmaya başlanmıştı.

Hemen sonra Türkiye, NATO’ ya üyelik talebinde bulunduğunda İngilizler KUT Bayramın kaldırılmasını istedi,

Biz de kuzu-kuzu KUT Bayramını kaldırdık.

Önce eğitim kitapları elden geçirildi, dedik; tarihler Demokrat Parti iktidarını gösterirken, ülkede NATO Bağlantılı derin devlet yapılanması kuruldu; yani uluslarararası adı ile Gladyo!

Bu Gladyo ‘nun, Türkiye’ nin geçmişinde neredeyse on yılda bir yapılan ya darbe ya da sivil iktidara ‘ayar çekme’ pozisyonlarında gizli kol olarak kullanıldığı iddia edilir.

Dışa bağımlı toplum mühendisliği nedeniyle insanlarımız yerli üretim ve milli duruştan uzaklaştırıldı; sonra ne mi oldu?.. 1950 sonrasında kalkınma sürecine gireceğimize çok büyük dış açıklar vermeye ve yüksek faizli borçlar almaya başladık.

İleri ki bir dönemde 50 cent’te muhtaç olacağımız Türkiye’ nin büyüme macerası böyle başladı.

Ama bunlar memlekette ilk kez rastlanan konular değildi, farklı siyasal konjonktürde 1881 yılında Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) düzenlemesini yaşadı bu memleket.

Dış açık ve yüksek faizli borçlar Osmanlı Maliyesi’ ni çökertirken eğitim sisteminde de yabancılara birçok tavizler verildi. Eğitim de buna ayak uydurdu; özellikle misyoner okullarının açılmasında, İstanbul, İzmir, Harput, Mardin, Tarsus, Kayseri, Antep’ te, yurdun dört bir yanında yaygınlaşan bu okullarda Milli düşünce geri plana itiliyordu.

Bu sırada köylü Memedler vatan savunmasında askerde, cepheden-cepheye koştururken, hadi bilemediniz tekkelere, medreselere gönderilirken; Devlet-i Aliyye’ nin yüksek memur kadroları, misyoner ya da gayri-müslim kesimlerin etkisi altına girmişti.

Ardından Devlet’in milletle bağı koparıulmaya çalışıldı; yine yerli üretim ve Milli duygular sömürüldü!

Şimdi Kut’ül Amare Zaferi’ne gelelim.

1946’ ya kadar kutlanan bu Zafer neden ders kitaplarından bile çıkarıldı?

Demek bu zaferi unutturmaya çalışan bir sistem var; Milli değerlerimize ilişkin stratejik kararların ardındaki bağlantılar bu nedenle iyi anlaşılmalı…

İki;

Türkiye’ yi ‘ayrıştırıcı’ söylemlerin doğurduğu sonuçlar bizi emperyalizm kucağına itiyor; içerideki ideolojik farklılıkların gerçekte ne kadar sözde kaldıklarını anlayın, (12 Eylül öncesi Sağ-Sol çatışmalarını hatırlayın.)

Üç:

Eğitimde bağımsız ve Milli bir ülküden yoksun kuşakların yetiştirilmesi çabası, ayrıca Cumhuriyet’in kuruluş değerlerini içeren felsefenin de unutturulmasına neden olduğu için Millete devletine yabancılaştırıyor… Bunları iyi analiz etmek lazım.

Bunları neden yazdık?

Çünkü 19 Mayıs’ ta Milli Mücadele başlangıcındaki direniş ruhunun öneminin iyice anlaşılması gerekiyor…

Böylece Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu’ nun Yunan,İngiliz, Fransız, İtalyan işgaline; Ermeni militaristlerin Doğu bölgelerindeki katliamlarına; Güney bölgelerimizdeki Arap isyanlarına; Amerikan diplomasinin ‘Wilson Prensipleri’ adı verilen uluslarararası diplomatik böl-parçala operasyonuna; Balkanlarda milyonlarca Türk’ü acımasızca katleden komitacılarına karşılık, Kuvvay-ı Milliye ile bağımsızlık mücadelesinin yurtseverlerinin aziz hatırasını yaşatmanın önemini hatırlatmak istiyoruz.

Bunları yazıyoruz, Gazi Mustafa Kemal ‘in, hepi-topu belki 20 yıllık Devlet otoritesinin başı olarak, Bağımsızlıkla ilgili hassasiyetlerinin dayandığı tarihi derinliğin değerinin anlaşılmasını istiyoruz.

Kut’ül Amare’ den Milli Mücadeleye, Yaşasın Milli Hâkimiyet!