Adam her zamanki asık suratının aksine bu defa güler yüzle girdi açılan kapıdan içeri. Gülmezdi adam; çünkü gülmek günahtı ve ciddiyeti bozardı. “Tebessüm sadakadır” sözüne karşın gülmenin günah olması biraz tuhaftı. Tuhaftı ama neme lazımdı... -Allah korusun- gülmek günahtı işte.
Kadın, adamın sırtından ağır paltosunu alırken adam kadının uzattığı deri terlikleri geçirdi ayağına. Işıl ışıl gözleriyle kendisine bakan kızının elinden tuttu, salona yöneldi, “Sen de gel hatun.” dedi. “Yemek?” dedi kadın, “Biraz geç yemeyle ölmeyiz hatun, gel sen.” dedi adam. Hayret! Katı prensipleri vardı adamın. Kapıdan girdiği andan itibaren beş dakika içinde sofra hazır olmalıydı.
Adam her zaman oturduğu tekli koltuğunun yerine üçlü kanepeye oturdu bu defa, hemen kızının yanına. Kızının sol eli, sol elindeyken, sağ eliyle başını okşadı şefkatle. Sesinin tonuna çok dikkat ederek “Ben, bugün H.’yi verdim.” dedi. Kız, babasının ne demek istediğini anlamaya çalışırken annesinin çığlığıyla ürperdi. Az kalsın yüreği yerinden kopacaktı.
“H. kızım, sen odana geç biraz.” dedi kadın ve salondan çıkan kızın ardından kapıyı kapattı. Burnundaki öfkesine rağmen fısıldayarak “Ne diyorsun efendi sen!” dedi, “Ne demek verdim, nasıl verdin?”
“Allah’ın emri, peygamberin kavliyle verdim hatun.”
“Efendi! O daha çocuk.”
“Bir türlü kurtulamadın hatun sen de şu Batılı ve batıl âdetlerden.”
“Efendi!”
“Hadi Hadi! Konuşuruz, sen sofrayı hazırla.” dedi adam. Kadın salondan çıkıp kızının odasına gitti. Kız elinde en sevdiği oyuncak bebeğiyle sırtüstü uzanmış, uyumuştu. Kadın sevgi ve şefkatiyle koruyamadığı çocuğunu battaniyeyle örttü.
Bu sahne ertesi gün de aynı şekilde yaşandı, çok küçük bir farkla... Kız salona hiç gelmezken adam kadını ikna etmeye çalışmıştı. Ertesi gün de. Nihayet yumuşadı kadın, dördüncü gün “Kime verdin?” dedi. “K.’ye” dedi adam. “Biraz yaşlı değil mi?” dedi kadın, “Amma yaptın hatun!” dedi adam. Konu tatlıya bağlanmıştı. “Ben yarın K. ile geleceğim.” dedi adam, “Sen kızı hazırlarsın.”
Ertesi gün hazırdı kız. Annesi konuşmuş, evliliğin bir oyun olduğunu söylemişti. Kızının saçını taramış, en güzel elbisesini giydirmişti.
Tam beklediği zamanda çalan kapıyı açtı kadın. Adam, K. ve bir adam -imammış- kapıdaydı. Baba, gözleri kocaman açılmış kızının elini tutup salona geçti misafirlerle. İmam nikahı kıyıldı. Ardından bir şeyler yenildi, içildi. İmam gittikten sonra adam kızının elini tutup K.’nin eline verdi, “Hayırlı olsun.” dedi.
K. elinde kızla bir kat yukarı çıktı, karşı dairenin görkemli çelik kapısının kilidine anahtarı soktu, çevirdi. Açılan kapıdan içeri kızla girdi. Kızla birlikte yatak odasına geçip kızı yatağa oturttu. Kızın çoraplarını çıkarırken sevgi ve şefkat dolu bir sesle “Hiç korkma!” dedi;
“Hiç korkma! Şimdi seninle bir oyun oynayacağız. Evcilik oyunu. Anne babaların her gün oynadığı bir oyun bu. Anne babalar her gün oynar bu oyunu. Ama kimseye göstermezler ve hiç kimseye anlatmazlar. Sakın!”
“Çok şükür hatun” dedi alt katta adam karısına, “Çok şükür kızımızı evlendirdik.”
Evliliğine şükredilen ve/veya oyun oynamaya gönderilen “kız” henüz altı yaşındaydı...
2022, 7 Aralık
Bu bir hikâye değildir...
Bu yazı bir kurgu değildir...
Bu “lanet olası” vaka iğrenç bir gerçekliktir.
Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin İstanbul ilinde savcılık kayıtlarına geçmiş bir olaydır.
Buna karşın Türkiye bir ses vermedi hemen. Derin bir sessizlik çöktü her yere, lal kesti diller.
Sonra nihayet ses/sesler geldi...
Enpolitik haber; “Pazartesinden Pazara Türkiye’m” özel sayısında geniş bir dosya sundu okurlara. Ses verenler ve ses verenlerin nasıl ses verdiği serildi gözler önüne.
Ses vermişti Türkiye... lakin bir birlikten söz etmek pek mümkün değildi. Konu “tarikat-cemaat-vakıf” olunca herkes pek bir dikkatli oluyordu her nedense.
Ve asıl ses vermesi gerekenler,
Ve aslında öncelikle ses vermesi gerekenler;
Aile bakanlığı ve Diyanet ile birlikte “tarikat, cemaat ve vakıflar” olmalıydı. En yüksek perdeden “gümbür gümbür” ses vermeleri gerekmez miydi?
“İğrenç bir vaka, kabul edilemez...”, “Biz bu değiliz ve bu gibi olaylarla önce biz mücadele ederiz/edeceğiz...” demeleri gerekmez miydi?
Buna karşın ya yumuşak ve genel bir çerçeve içinde ses verdiler ya da hepten sustular.
Tam ne oluyor, yine kapanacak mı bu konu derken “gür ve mert” bir ses geldi dün (10 Aralık).
Sayın Emine Erdoğan “... herkes hesap vermelidir...” mesajını paylaştı.
"Çocuk istismarı, insanlık dışı bir suçtur, sapkınlıktır! Hiçbir dine, ahlaka, geleneğe sığmaz, mazereti kabul edilemez. Bu suçu işleyen, göz yuman, sessiz kalan herkes hesap vermelidir. Sürecin ben de takipçisi olacağım. Adaletin tecelli edeceğine inanıyorum."
Sayın Emine Erdoğan’ın tepkisi kamuoyu tarafından beğeni ve destek bulurken inceden “geç bir açıklama” olduğu yönünde eleştiriler vardı.
Bunların önemi yoktu... Önemli ve insani olan tepkinin “net” bir biçimde verilmesiydi.
Sayın Emine Erdoğan’ın “bir anne hassasiyetiyle de” verdiği tepki çok ama çok önemli. Bu açıklama taşları yerinden oynatabilir, bazı safların yer değiştirmesine neden olabilir.
Türkiye bu defa, mahalle gözetmeden, karşıtlık aramadan, biz ve onlar demeden, zarar ya da fayda endişesi yaşamadan doğrunun yanında olmalıdır.
Türkiye bu defa, bir bütün halinde hakkın ve hakikatin yanında olmalıdır.
Bunu bir kez başardığımızda, bunu bu olayda başardığımızda çok büyük bir adım atmış olabiliriz.
2022, 11 Aralık
