24 Temmuz 1923 günü, Lozan antlaşması heyetler huzurunda son defa tartışıldı ve heyetler metni imzaladılar. Ülkelerin hükumetleri ve meclisleri takip eden aylarda konuyu ülkeler adına resmen kabul ettiler. Türkiye de Ağustos ayında kabul etmiştir. Diğer ülkelerin hükumetleri veya parlamentoları Eylül 1923’te, yani Türkiye’den sonra kabul etmiştir. Buraya bir nokta koyalım; bu önemli.
Noktayı koyduktan sonra Türkiye’nin Lozan macerasına kısaca bir göz atalım ve Lozan’ın aldığı canı gündeme getirelim.
Lozan Antlaşması ile ilgili teknik teferruatı internetten okursunuz. Onlarla kafanızı şişirmeyeyim ve 1923 yılının Şubat ayına geleyim.
İsmet Paşa, Lozan’dan sonuç alamayınca ülkeye dönmüş ve İngilizlerin tavrını Mustafa Kemal Paşa’ya anlatmıştır. O güne kadar Misak-ı Millici olan Mustafa Kemal, “Misak-ı Millî, muayyen bir hudut değildir…” ifadesini kullandığı konuşmasını yaparak Misak-ı Millî’den vaz geçmiştir. Kıyamet işte bu andan itibaren kopmaya başlamıştır. Çünkü Meclis’te Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey ve Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in etrafında birleşen bir grup mebus, başta Irak sınırı olmak üzere Misak-ı Millî’den vaz geçmenin Türkiye için yol açacağı felakete dikkat çekmişler ve özellikle Musul-Kerkük’ten vaz geçip sınırı bugünkü sınır olarak kabul etmenin, ileride Türkiye’nin başına çok büyük belalar açacağını açıkça söylemişlerdir. (Dedikleri de olmuştur. Sınırın öbür tarafı PKK çöplüğüdür.) Bu tartışmalar esnasında Meclis’te gergin anlar yaşanmıştır. Bu anları, Birinci Meclis’te zabıt kâtibi olan Mahir İz, Yılların İzi adlı kitabında anlatır. (1975, s. 89-94) En yoğun tartışma 27 Mart 1923 günü yaşanır ve o akşam Ali Şükrü Bey öldürülür. Cesedi Çankaya’nın arka sırtlarındaki Mühye kötünde bulunur. Meclis, Ali Şükrü Beyin katledilmesi bahane edilerek kendini fesih kararı alır/aldırılır. 1 Nisan günü meclis bu kararı alır ve 15 Nisan günü meclis dağılır.(İkinci Meclis koridorunda 9 Şubat günü Deli Halit Paşa sırtından vurulup 14 Şubat günü öldüğü halde, Meclis fesh edilmemiştir. Çünkü Lozan meselesi hallolmuştur.)
Sonra İkinci Meclis aşaması gelir. Mustafa Kemal’in belirlediği adaylarla (Sadece Gümüşhane mebusu Zeki Kadirbeyoğlu, bütün engellemelere rağmen bağımsız aday olarak Meclis’e girmiştir.) gidilen seçim sonucu İkinci Meclis oluşur. İkinci Meclis’te Lozan’a karşı çıkacak mebus yoktur.
Türk heyeti 24 Temmuz günü Lozan şehrinde antlaşmayı imzaladıktan sonra Meclis Ağustos ayında kabul eder ve metin resmi bir hüviyet kazanır.
Yukarıda da dediğim gibi diğer taraf ülkeler Eylül ayında kabul eder.
Millî Mücadele’nin 9 Eylül 1922 günü Yonan’ı İzmir’de denize dökerek bitmesine rağmen İstanbul hâlâ İngiliz işgali altındadır ve İngilizler 2-6 Ekim 1923 günlerinde İstanbul’u terk ederler. Çünkü Lozan Meclis tarafından da kabul edilmiştir ve Lozan’a bağlı ama Lozan’dan bağımsız gibi görülen projelerin hayata geçeceğinin şafağı aydınlanmıştır.
İngilizler İstanbul’u terk ettikten 23 gün sonra Cumhuriyet ilan edilir.
“Cumhuriyet” kelimesi bizde ilk defa 7 Ağustos 1919’da sona eren Erzurum Kongresinin hemen akabinde Kazım Karabekir Paşa’yı ziyaret eden İngiliz istihbaratçısı Albay Alfred Rawlinson tarafından “Cumhuriyeti kurmayı düşünür müsünüz?.” cümlesiyle telaffuz edilir. Rawlinson o zaman terslenmiştir ama sözünü ettiği cumhuriyet 4 sene sonra kurulmuştur. Bizim cumhuriyet serüvenimizi, Rawlinson’un cümlesiyle başlatmak mümkündür. (Rawlinson, Lozan’da İsmet Paşa ile hilafetin kaldırılması pazarlığı yapan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un yeğenidir. Ne tuhaf!... Monarşik ülke bize cumhuriyet tavsiye ediyor.)
Millet meclisi kurulunda siyasî iradenin temsiliyeti meclise geçmiştir ve buna bağlı olarak saltanat 1 Kasım 1922’de kaldırılmıştır. Saltanatın kaldırılması ve demokrasiye geçilmesi için en ateşli ve en etkili konuşmaları Trabzon mebusu Ali Şükrü bey yapmıştır.
29 Ekim 1923’e kadar yapılan en önemli iş, meclisin kurulması, Millî Mücadele ve saltanatın kaldırılmasıdır. Tabii sistem değişikliğinin temeli olan 1921 Anayasasını da önem sırasında ayrıca zikretmek gerekir.
29 Ekim 1923’ten sonra Lozan’da yazılı olmayan ve gizlisi-saklısı da olmayan “inkılaplar” ardı ardına gelmiştir. Ve hepsinin tek amacı vardır: Bu ”gerici” toplumu Batı’ya eklemlemek. Bunun için, önce hilafet kaldırılarak İslam dünyası ile en önemli irtibat noktası yok edilmiştir. Arkasında bizi “geri gösteren” takvim, ölçüler, kıyafetlerimiz, harflerimiz değiştirilmiş; dil inkılabı ile “medeniyet dili”ni terk etmişiz ve tarih anlayışımız Etilere-Sümerlere bağlanıp Asya Türklüğünden koparılmışız. Bunlar yetmemiş, nesep irtibatı da yok edilmek üzere soyadı kanunu çıkarılmıştır. Soyadı kanunundan önce nesep, şecere ve künye ile ifade edilirdi. Bu sistemde de babalar ve dedeler hemen Osmanlı kimliğiyle ortaya çıkardı. Bu nesep silsilesi, soyadı ile modernize edilerek yok edilmiştir. Bunu takiben Anayasa’ya devletin laik olduğu ifadesi yazılarak Avrupalı olmanın son noktası konmuştur.
Bunları bir antlaşmanın gizli maddelerinde aramaya gerek yok ki… Bütün bunlar göstere göstere, kelle ala ala yapılmıştır; gizli gizli değil.
Uzun lafın kısası, Lozan’ın 100. Yılında hâlâ gizli madde arayanlar, saçmalıyorlar.
Son laf:
Efendim… Lozan Türkiye Cumhuriyetinin tapu senedi imiş!...
Bak seeen!...
Hunlar, Köktürkler, Uygurlar, Avarlar, Gazneliler, Karahanlılar, Harzemşahlar, Timurlular, Babürlüler, Altın Orda, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin hangisinin kuruluşunda başka bir devletin imzası vardı? Bu tapu meselesini Kemalistler ideolojik saikle söylüyorlar da, milliyetçiler bunu papağan gibi niye tekrarlarlar, anlamadım. Lozan tapu falan değil, metniyle ve yazılmayan yan etkileriyle doğrudan Batı’nın ve İngilizlerin dayatmasıdır.
Lafın düğümünü atalım: 100. yılında Lozan ve yan etkilerini açıkça konuşarak cumhuriyeti daha sağlıklı bir yapıya kavuşturalım. NOKTA…