Yüksel Durak


MİLAT “VAR” - XIII

“Hâli pürmelal”


Genç Ali Sami, “Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmektir” diyerek çıktığı yolda 2000 yılını görseydi hiç şüphesiz şad olurdu. Kurduğu takım, içlerinde ikisi de İngiliz takımı olmak üzere “Türk olmayan” takımları yenmiş ve Avrupa şampiyonu olmuştu.

 

Peki, Merhum Ali Sami Yen Beyefendi bugünleri; Türkün Türk’ü sevmediği, hasım aldığı, hatta neredeyse düşman olduğu bugünleri görseydi yine takımını kurar mıydı? Kurmak bir yana Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin kurulmasına da elinden geldiğince karşı çıkmaz mıydı? 

 

Hâlbuki ne güzel günlermiş. Gençler barış, saygı, sevgi ve dostlukla kozlarını paylaşırken iki takımın taraftarları da birlikte, yan yana maçı seyredermiş. Kaybeden üzülür, rakibi tebrik ederken, kazanan sevinir rakibi teselli edermiş. Sonrasında şakalaşmalar, ince latifeler…

Zaten spor birlikte sevinmek ve birlikte üzülmek değil miydi? Spor, barış, sevgi, saygı, kardeşlik ve dostluk değil miydi?

Nitekim Atatürk’te, “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı olanını severim” dememiş miydi?

 

Yaşça Cumhuriyet’ten büyük üç kulübümüzün dostça başlayan kıyasıya rekabetinin yıllarca süreceğinin işaretiydi dostluk. O dostluk “beyefendi” adamlarla başlamış ve çok uzun yıllar devam etmişti. Saygıdan asla ödün vermeyen o beyefendilerin sayesinde bugünlere geldi üçlünün rekabeti.

O beyefendiler; hemen akla gelen Ali Sami Yen, Lefter Küçükandonyadis, Hakkı Yeten, Gündüz Kılıç, Can Bartu, Süleyman Seba, Fikret Arıcan, Metin Oktay gibi isimler sadece kulüplerinde değil tüm ülkede efsane oldular. Onlar, yarışma içinde rakiplerine saygı gösterdi, rakipler onlara saygı duydu. Onlar ve daha onlarcası gelip geçti, geçeceklerdi… Kalıcı olan kulüplerdi.

 

Zaman içinde rekabette sevgi ve dostluğun kuvvetlenmesi beklenirken, zaman tersine mi aktı ne, “biz önce hele bi şampiyon olalım” anlayışına dönüldü, sevgi ve dostluk inceldi, zaman zaman incindi. Neyse ki barış ve saygı devam etti, ta ki milada kadar…

 

Milat? Bir gün, alaycı, aşağılayıcı, ayrıştırıcı, sivri bir dile sahip olan yöneticinin biri çıkıp, “Galatasaray’ın karşısında kim varsa ben o takımı tutarım” dediği gündü. Bu yönetici, günümüzde “normal” gelen bu sözle durmadı. Trabzonspor’a “Pontusspor” benzetmesi yaptı, Galatasaray bayrağını yumrukla deldi, rakipleri incitici şovlar yaptı.

Sonrasında sadece başarıya endekslenen başkanlar geldi. Şampiyonluğa giden her yol mubahtır anlayışıyla olsa gerek sevgi ve dostluğu umursamadılar. Hızla tüketilen değerlerden ikisi de barış ve saygı oldu.

Keskin sirke küpüne zarardı ya… Bu durum en fazla da kendi camialarına zarar verdi, takımlarını yalnızlaştırdı.  Örneğin; başka taraftarlar arasında ikinci takım olma ve/veya sempati duyulan takım olma sıralamasında önemli bir yere sahip olan Fenerbahçe yerini kaybetti. Son otuz yılda, belki de sevilmeyenler listesinde önlere geçti oldu.

 

2018 yılı da bir milat olabilirdi. Türkiye’nin güçlü ve en zengin ailelerinden Koç ailesinin üçüncü kuşak çocuklarından Ali Koç başkan oldu.

Eğitim, tahsil-terbiye, yöneticilik başarısı, vizyon, karizma, yakışıklılık, para… Daha ne olsundu? 

Ali Koç’un barış ve saygıya, hatta sevgi ve dostluğa büyük ama çok büyük katkısı olabilirdi, olmadı.

Ali Koç, geçen yıl Erden Timur’un, “Herkes için adalet” çağrısına cevap verebilirdi. “Hadi Bakalım… Hodri meydan! Hep birlikte adalet” diyerek ezeli rakipleriyle birlikte yeni bir dönem başlatabilirdi, olmadı.

Süreç Ali Koç’u sıradan bir başkana dönüştürdü.

 

Henüz süresi ve fırsatı var Ali Başkan’ın… Fenerbahçe’yi şampiyon yapabilir. Daha büyük başarılar da kazanabilir. Taraftarları onu o zaman “efsane” olarak tanımlayabilir.

Böyle olsa bile, yukarıdaki örnekliklerde olduğu gibi tüm Türkiye onu efsane olarak kabul eder mi? Türk futbol tarihinde efsanelerden bir olarak yer alır mı?

Aslında buna da zamanı ve fırsatı var Başkanın… 

 

DEDEYE MUHALEFET

 

Şehir efsanesi midir bilmiyorum lakin Koç ailesinin kurucu-babası Vehbi Koç Beyefendiye atfedilen bir söz var; spor kulüplerinde yönetici olabilirsiniz ama başkan olmayın.

Buna karşın ailenin kızlarından Suna Kıraç Hanımefendi’den ailenin “başkanlığa karşı olduğunu” öğrendik;
“İnan bu sert çıkışımı işyerinde yaşadığım bir tatsızlığa yormuş. Ertesi sabah kahvaltıda konuyu yeniden açtı. Son söyleyeceğimi dobra dobra baştan söyleyerek konuşmaya başladım. Dedim ki: Öncelikle bir maç kazanacaksınız, herkes pohpohlayacak ama kaybettiğiniz takdirde de herkes küfredecek. Dolayısıyla bu küfür nedeniyle benim aileme de küfür edecekler. Koç’la, Galatasaray birbirine karışır hale gelecek. Sana para kasası gözüyle bakacaklar. Alt tarafı 11 kişinin arkasından koşan bir adam durumuna düşeceksin. Ben bunu yanlış görüyorum. Buna girme. Kaldı ki çok popüler bir isim olursun ki Aile bunu istemez.” (Suna Kıraç, Ömrümden Uzun İdeallerim var/Yayına Hazırlayan Rıdvan Akar, Sayfa 75)

 

Her zaman değilse bile bazen ataların sözünü dinlemekte fayda var anlaşılan. 

 

ATEŞ OLMAYAN YERDEN DUMAN…

 

Atalarımız “tütmez” demişti ama tütermiş. Hem de ne tütme… Boğulasıya…

Ali Koç, Uğur Dündar’ın programında konuştu. Dursun Özbek cevap verdi. Erden Timur bir televizyon programında açıklamalar yaptı, iddialarda bulundu.

Ali Koç yalanladı, Lale Orta “hayal ürünü” dedi. 

Ahmet Nur Çebi açıklamalar yaptı. Ertuğrul Doğan, kazandıkları Fenerbahçe maçından sonra sert konuştu. 

Yenilerin yanında eski hakemler gündeme geldi. Hakem istifası yaşandı.

Hakem eşi ve avukatı konuştu.

Ali Koç “Divan’da” çok sert konuştu. İtham ve iddialarda bulundu. Konuşmasının bazı bölümleri “şiddet içerikli” bulundu.

Tuzlaspor konuya dâhil oldu, kulüp sitesinden şimdiye değin görülmemiş açıklama yapıldı.

Dursun Özbek “sorumluluk” dedi, itidal tavsiye etti.

 

Bütün bunlar olurken iki sorumlu MHK ve TFF sustu. 

Nihayet “futbolun patronu” TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi 7 Kasım’da konuştu. Konuştu ama asıl açıklamanın iki gün sonra yazılı yapılacağını söyledi. Başkan mealen, “dedikoduyla bu işler olmaz, kanıt gerek” dedi.

İddialar boş ve havaya değildi… İsim vardı, yer vardı. 

Adamlar polis değil, savcı değil… Yetkileri yok, kanıtları nereden bulsun? Ve neredeyse herkes inceleme ve araştırma istiyor. 

Bu kadar dumandan sonra inceleme, araştırma ve kamuoyunu aydınlatma tam olarak sizin görev ve sorumluluğunuz değil mi? 

 

AH O İKİ BİNLER…

 

Oysa ne de güzel başlamıştı yeni milenyum. 

Bir Türk takımı Avrupa’da şampiyon oldu.

A Milli Futbol Takımımız Dünya üçüncüsü oldu.

Avrupa Şampiyonalarında büyük heyecanlar yaşandı.

Türk futbolcular Avrupa’nın dev kulüplerine transfer oldu.

 

Türkiye ekonomisini sağlamlaştırdı, enflasyon kontrol altına alındı.

Paradan sıfırlar atıldı, peş peşe reformlar geldi.

Özgürlükler yolunda ciddi adımlar atıldı, AB yolunda büyük ilerlemeler kaydedildi

Türkiye kanatlanmıştı, “Muasır Medeniyet” yolunda uçuyordu…

 

Sonra ne olduysa oldu, düşten mi uyandık?

Birileri ayağımızın altından halıyı mı çekti?

Zaman yine tersine mi aktı?

Film ne ara tersine sarıldı da biz yine içimize döndük.

 

Bütün paydaşların acilen bindikleri dalı kesmekten vazgeçmeleri gerekmiyor mu?