Mustafa Balkan


Milletlerin “beka” sorunu olarak ahlâk

Hakikatı araştırmayı gaye edinen hür düşünce olarak felsefenin, yâni genel felsefenin ele aldığı ana konular arasında bilgi, varlık ve ahlâk önde gelir.


Hakikatı araştırmayı gaye edinen hür düşünce olarak felsefenin, yâni genel felsefenin ele aldığı ana konular arasında bilgi, varlık ve ahlâk önde gelir. Varlık meselesi, madde, hayat ve ruhun gerçek yapılarıyla bir de Allah’ın varlığını konu edinir. Ahlâk meselesi, ahlâkla ilgili görüşleri içine alır. 

İlk insanların hayatında hukuk ve iktisat gibi ahlâkın da dinin emirleriyle yönetildiği, ahlâkın dinden ayrı tek başına bir varlığı bulunmadığı görülür. Ahlâkî hareket demek, dinin kurallarına ve Tanrı’nın emirlerine uygun hareket etmek demektir. Yüce Allah, iyi ile kötüyü (hayırla şerri) kendi yüksek otoritesiyle kullarına bildirmiştir. Bundan dolayı Hz. Peygamber, “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur. Bütün bir beşeriyete gönderilen son peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.), risalêt gelmeden önce; “emîn” yâni “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı, başkalarından korkmayan kimse” sıfatıyla tanınmış ve bilinmişti. Cahiliye devrinde çevresinde en mert, en iyi huylu, en asil, komşuluk haklarını en iyi gözeten, en uysal, en doğru sözlü ve en güvenilir kimse olarak tanındığı, Allah Teâlâ bütün bu iyi sıfatları onda bir arada topladığı için “Muhammedü’l-emîn” lakabı ile meşhur oldu. Peygamber Efendimizi, ilk vahiy indiğinde teselli eden ve emîn sıfatını dile getiren ilk kadın da Hz. Hatice olmuştu: “Korkma! Allah’a yemin ederim ki O hiçbir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların işlerini görürsün; fakire yardım eder, misafiri ağırlarsın; hak yolunda ortaya çıkan meselelerde halka yardım edersin.”

 

İlk insan Âdem’in iki oğlu arasında geçen hikâye de ahlâk açısından büyük anlam taşır: Maide, 27-32. Kur’an’da isimleri yer almayan Âdem’in çocukları, ahlâkî değerlere sahip oldukları için kıskançlıkla kardeşini öldüren bile sonradan pişman olup vicdan azabı çekiyor. Allah (C.C.) tarafından “en güzel biçimde” yaratılan, “değerli kılınan” ve meleklerin bile secde edip, saygı gösterdiği bu varlığın üstünlüğü ise, ahlâkî bir yaratık olmasından ileri gelmektedir. Ahlâk değerlerinden uzaklaşmış olan insanın hem kendine, hem de çevresine vereceği zararın sınırı yoktur. Böyleleri, kötülük ve yırtıcılıkta en vahşi hayvandan daha tehlikelidirler. Bu gerçeği dile getiren Kur’an, onların hayvandan da aşağı olduklarını söyler. 

Ahlâk açısından insan, üstün ve değerli bir varlıktır. İnsanın kendi değerini unutup, kendinden aşağı canlıların hayatlarına özenmesi, kendini alçaltması demektir. Ahlakın gayesi, insanı alçaltmaktan ve bayağılaşmaktan korumak, onu yüksek ahlâk değerleriyle donatıp, meleklerden de üstün bir varlık haline getirmektir. Peygamberimiz faydasız bilgiden Allah’a sığınır. Kur’an, bildiklerini yaşamayanları, bilgilerinden yararlanmayanları kitap taşıyan merkeplere benzetir. Mevlânâ’ya göre bunlar, ekmek taşıyan hamallar gibidirler. Hz. Mevlâna, “On batman ekmeği taşımak kolaydır, ama bir batman ekmeği yemek güçtür” der. Çok şey bilmek, doğru şeyler öğrenmiş olmak övünülecek bir şey değildir. Önemli olan, doğru bildiği yolda korkusuzca yürüyebilmektir. 

 

Olgun (ahlâklı) insan, gösteriş için iyilik yapmadığı gibi, ahlâklı görünmek için çaba da harcamaz. Olgun insan, ahlâkla ilgili görevlerin yerine getirilmesinde kendi kendine yeten insandır. O, vicdanından aldığı emirle hareket eder. Bu anlamda ahlaklılık, ferdin iradesi demektir. Birey unutulup toplumdan işe başlandığı zaman, sorumluluk taşıyan vicdanlar ve hür iradeler yerine, dışarıdan aldığı emirlerle hareket eden insan sürüleri meydana gelir. Günümüzde yaşanan ve görünen manzara da odur. O zaman topluma hakim olan ahlâk değil, korkudur. Korkunun da ecele faydası yoktur. Kötü arzularını kendi hür iradesiyle yenemeyen insanın fazileti olmaz, daima huzur ve rahat ararlar. Mevlâna ise, bu dünyada rahatını arayanları “ahmak” sınıfına koyar. Mutluluğu kendi içinde bulamayan, onu hiçbir yerde bulamaz. Milletlerarası arenada yapılan anketlerde Türk milletinin neden “mutsuz” milletler kategorisinde yer aldığı bile sorgulanmaz. Vazifelerini ihtiraslarına feda eden nasıl mutlu olur? İnsanı kendine köle eden her ihtiras kötü ve tehlikelidir. Olgun insan, ihtiraslarına esir olmadığı gibi mevki, şöhret ve paranın sağladığı imkânlara da esir olmaz. Olgun insan pohpohtan ve alkıştan hoşlanmaz. Fatih, “Padişahım çok yaşa!..” diye bağıran birinin susturulması istemiştir. Yanındakiler, “Fena bir şey söylemiyor, Padişahımıza dua ediyor” deyince, Fatih: “Ben, kendini bilmezlerin bana bu şekilde dua etmelerini istemiyorum!” demişti. Kanunî’den, Yavuz’dan ve tarihimizden pek çok misaller verilebilir. Bütün bunlar, bir beka meselesi olarak ele alınması gereken ahlâkî olgunluk (kemâl) örnekleridir. 

“Sosyal Hayat ve Ahlâk, Ekonomik Hayat ve Ahlâk, Din ve Ahlak, Örf-Adet ve Ahlâk, Adalet ve Ahlâk, Hukuk ve Ahlâk, Sorumluluk, Yaptırıcı Kuvvetler, Aile Ocağı, Evlilik, Millî Hayat ve Ahlâk, Demokrasi ve Ahlâk, Savaş ve Ahlâk, Dünyevileşme ve Ahlâk, Siyaset ve Ahlâk, Teknoloji ve Ahlâk, Televizyon ve Ahlâk, İnternet ve Ahlâk, Sosyal Medya ve Ahlak, Yapay Zekâ ve Ahlâk” ve benzeri başlıklar altında konuya bakacak olursak; Türkiye ve Dünya’da acilen ele alınması gereken beka meselesinin, “AHLÂK” ve gittikçe yozlaşan/yozlaştırılan ve yozlaşmasına göz yumulan hayatî meselenin, kaybolmaya yüz tutmuş, şurasından burasından törpülenmiş, çeşit çeşit moda akımlarına pespaye edilmiş “AHLÂKÎ DEĞERLER” olduğu aşikârdır.