Selim Gürbüzer


MODERNİTENİN SONU POSTMODERNİZM

Kavramdan ziyade içi boş bir kılıf. Kelimeden çok toplumları avlamaya yönelik bir saik. Bu kavramı piyasaya sürenlerin insanlığı oyalamaktan başka dertleri yok gibi. Aslında Arnold Tonybe tarafından kullanılan bu kavram 1939 yıllarına dayanır. Şimdilerde daha değişik yorumlarla toplumlara lanse edilmeye çalışılmaktadır.


Kavramdan ziyade içi boş bir kılıf. Kelimeden çok toplumları avlamaya yönelik bir saik. Bu kavramı piyasaya sürenlerin insanlığı oyalamaktan başka dertleri yok gibi. Aslında Arnold Tonybe tarafından kullanılan bu kavram 1939 yıllarına dayanır. Şimdilerde daha değişik yorumlarla toplumlara lanse edilmeye çalışılmaktadır. Batı, postmodern kavramını kendince belirlediği geri kalmış ülkelere servis ederken kendilerini kurtarıcı bir can simidi algısı oluşturmayı da ihmal etmezler. Hatta bu kavramı empoze ederken de kendilerini gelişmiş ilan edip diğerlerini geri kalmış, gelişmekte olan diye tasnif ederler. Tasnifle yetinseler yine gam yemeyiz, alternatif medeniyet oluşumuna müsaade etmeyecek bir düşüncenin peşindelerdir. İşte postmodernizm kavramı altında yatan asıl gerçek budur. Varsa yoksa Batı medeniyeti, Batının dışında her şey canı cehenneme anlayışı hâkimdir.

Evet; Batı kendi kendine gelin güvey olmuş durumda, kendilerini ulaşılmaz noktada görüyorlar. Bir başka ifadeyle kendilerini ulaşılmaz Kızılelma olarak tanımlıyorlar. Sanki şimdilerde Kızılelma postmodernizm olmuş. Dahası, onlar kendilerini postmodern yöntemle dünyanın öncü mimarı olduğunu demeye getiriyorlar.

Batının kendini üstün görme duygusu sadece bugüne has bir olgu değil elbet, mayası icabı öteden beri var olan egodur bu. Artık Roma egosu günümüzde biçim değiştirip postmodernizme terfi etmiş durumda. Öyle gözüküyor ki bu ego duygusu silinmediği müddetçe tüm insanlık içi boş kavramlarla avlanıp Batının uydusu hale gelecektir.

Kavramlar sanki harf dizilimi değil, her biri mermi tanesi. İcabında topla, tüfekle, tankla, uçaksavarla halledemediklerini şimdilerde sihirli kavramlarla hallediyorlar. Maalesef sihirli kavramlar insanlığı tehdit eder hale gelmiştir. Her piyasaya sürülen kavram pimi çekilmemiş bomba gibidir. Etrafımız o kadar içi boş kavramlarla kuşatılmıştır ki, kavram kargaşalığından neyin doğru, neyin yanlış olduğunu seçemez olduk. Bir kere dönüşü olmayan bir yola girmişiz. Bakın, delinin biri kuyuya bir taş atmış hemen işbirlikçi uydular kanalıyla kandırılmış kitleler üzerine atlayıp habire çıkarmaya çalışıyor. Tabiî ki efendiler (baronlar) ve onun uyduları kanalıyla kandırılmış kitlelerin kuyu başında oyalanıp kavram kargaşalığına tutulmalarından büyük keyif almaktalar. Niye keyif alınmasınlar ki, oyuncak bebeklere rağbet çok. Nasıl olsa ellerine tutuşturulacak reçetelerle oyalanacak işbirlikçi ve kandırılmış gönüllüler bulmak çokta zor olmasa gerektir.

Peki, Batıyı anladıkta, ya şu köklerinden bihaber yerli işbirlikçi efsunlanmış beyinlere ne demeli. Kendi gibi düşünmek, kendi gibi model oluşturmak, kendi gibi yaşamak, kendi gibi araştırıp okumak varken bu dışa özenti niye? Oysaki sürekli maymun iştahı bir iştiyakla Batıya göbekten bağlanmakla kendi olmaktan çıkmakta. Üstelik buna mecburmuş gibi kendini uydu, Batıyı ise yanılmaz mürşit bilmekte.

Gerçekten içler acısı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bakmayın siz bu postmodern kavramın cicili bicili bir şekilde servis edilmesine, aslında bu kavram boynumuza geçirilen oyuncak tasmadan başka bir şey değildir. O tasma boyunlarda asılı durdukça malum efendiler sırça köşklerinde rahat uyuyacaklar demektir. Kim bilir belki de etme eyleme dünyası bir bakarsın bu tür tasmaları boynumuzdan attığımızda, bu sefer biz rahat uyuruz, onlar rahat uyuyamaz konuma gelir. Tabii bizimki züğürt tesellisi olsa da, yine de ümidimizi yitirmiş sayılmayız. Ama şu an itibariyle yaşadığımız bir gerçek var; Batı kendi efendiliğini bizim uşaklığımızda buluyor, bizde efendiliği batının çıkarlarına hizmet etmekte buluyoruz. Maalesef baronların âli menfaatlerini korumaya yönelik misyon devam ettiği müddetçe yeni tasmalar yolda diyebiliriz.

Dedik ya postmodernizm kavramdan çok kılıf. Kılıf olduğu o kadar çok net kendini belli ediyor ki perde arkasında oynanan oyunlara bazı aklı evveller piyon rolü üstlenebiliyor. Maalesef bu piyonlar tedavüle giren her mezkûr kavrama kendilerini kaptırmayı marifet sanıyorlar. Doğrusu onlar adına kaygılanıyoruz, her seferinde piyasaya sürülen kavramlara balıklamasına daldıklarında yine bir süre sonra hayal kırıklığına uğrayan da kendileri oluyor. Düşünsenize bu insanlar ömrünü hep önce tedavüle girip sonrada tedavülden kalkmış içi boş kavramlarla tüketip öyle göç ediyorlar. Galiba bu dünyadan pisipisine gitmek bu olsa gerektir. Ebediyete uğurlanırken bir hiç uğruna gitmek var, birde dolu dolu gitmek vardır. Umutlarını mezkûr kavramlara bağlamış insanların her seferinde hayal kırıklığı yaşaması ciddi sancılara yol açmaktadır.

Malumunuz bir zamanlar modernizm kavramı revaçtaydı, şimdi ise postmodernizm kavramı sahne almış durumda, kim bilir yarın hangisi. Meğer bu tip kavramlar bir yere kadar şirinliğini sürdürebiliyor. Piyasada yeni bir oyuncak bebek çıkınca eskisinin hükmü ortadan kalkabiliyor. Niye derseniz, mesele gayet açık; artık modernizm oyuncağı bayatlamış gözüküyor, belli ki ihtiyacı karşılayamıyor diye yerini postmodernizm almıştır. Şu sıralar sırada hangi oyuncak bebek sahne alacak şimdilik bilmesek de, bir sonra ki aşamada “ultra postmodernizm” adında markalaşmış bir oyuncak bebekle karşılaşırsak şaşmamak gerekir. Öyle görünüyor ki beşeriyet ara ara içi boş kavramlarla düşünce melekesi zayıflatılacaktır. Hani Yunus diyor ya; “Malda yalan mülkte, var birazda sen oyalan” diye, aynen öyle de batı habire icat ettiği yeni oyuncaklarla insanlığı oyalamak peşindedir.

Gerçekten de Batı'dan gelen kavramlar iç karartıcı, insanlığı bu oyuncak kavramlarla hem oyalamışlar hem de kana bulamışlardır. Her defasında Batının ürettiği oyuncak kavramlar şüpheciliği doğurmuş ve ruhumuzu esir almıştır. Asr-ı saadet devrinde kavramlarla oyalanılmazdı, zaten ihtiyaçta duyulmazdı. Kaldı ki tevhide inanmış bir toplumda bir lokma bir hırka hayatı yaşamak bile huzur veriyordu. Elbette ki huzurun olduğu bir yerde kavram ve düşüncenin şekli şemailinin pek önemi yoktur. İşte bu yüzden Cemil Meriç; düşünce tezatların ve bunalım dönemlerin çocuğudur demekle haklı bir tespitte bulunmuştur.

Besbelli ki iman asr-ı saadet döneminde zirve yapmış bir değerdi. O yüzden iman şüphe kaldırmaz. İnsan tarafından her üretilen kavram yüzde yüz doğrudur diye bir kaidede yoktur zaten. Ki, düşüncenin hep şüphe yanı vardır, bu inkâr edilemez. Dolayısıyla ruhunun susuzluğunu halletmiş toplumda düşüncenin pek önemi yoktur. Bakın sahabenin hayatında şüpheden eser görülmez, Allah’a abd olmak onlara ziyadesiyle yetiyor ve artıyordu.

Tüm bu anlatılanlardan anlaşılan o ki postmodernizm batının üstünlük duygusunun tatminine yönelik icat edilmiş bir kavramdır. Her ne kadar bu kavram için;

“- Kimi farklı kültürlerin bir tezahürü,

-Kimi eleştiri düzeyinin yitirilmesi,

-Kimi modernizme tepki duymanın ifadesi,

-Kimi modernizimin rafine edilmiş hali,

-Kimi tarihin sonu,

-Kimi ayrılabilen kültürel alanların sosyo ekonomik tabanda gayrı meşru gösterilme çabası” diye tarif edenler olsa da gerçekte Batı çıkarlarını en üst perdede gözeten bir kavramdır. Düşünsenize kavram üzerinde hala bugün olmuş mutabakat sağlanamamış gözüküyor. Sanki tüm insanlık oyalansın diye her önüne gelen aklına göre tarif yapmak için didinmiştir. Öyle ya, ne de olsa yeryüzünde kendi programlarına hevesli pek çok piyonların varlığı söz konusu, dolayısıyla her bir piyon bu kavramın bir yerinden tuttukça Batı şanına şan katabiliyor.

İşte bu denli şüphe uyandıran postmodernizm kişiden kişiye kılık değiştiren bir kavram olması hasebiyle hakkında ortak tanımlama yapılamayacak derecede bilmece sorusu olarak karşımıza çıkmakta adeta. Malum olduğu üzere Batı bütün enerjisini teknolojiye harcamıştır. Yani aklını hep bu yönde kullanmıştır. Ama gelinen noktada akıl makineye hükümran olamamış, makine akla egemen olmuştur. Aslında bu aklın karaya vurma halidir. Tabii akıl karaya vurunca da Batı insanının iç dünyasında derin çatlaklar ve ruhi boşluklar oluşmuştur. Bir şeyler yapmalıydılar, sonunda kurtuluşu tarifi yapılamayan postmodernizm kavramında aradılar. Bu arada baktılar ki modernizm kavramı bir işe yaramıyor, bu kez modernizme alternatif olarak postmodernite kavramına sarılmaya başlamışlardır. Ama boşa yoruluyorlar.

Şayet postmoderniteden amaç, ruhun susuzluğunu gidermekse içi boş kavramlarla boşa vakit tüketmek yerine yönlerini Doğuya çevirseler daha akıllıca tavır sergilemiş olunacaktır. Ruhun susuzluğunu giderecek kaynak mı, işte 2023 yılın başında KDY yayınlarında yayınlanan “Güneş Doğudan Doğar” adlı eserimizde bu gerçeği görmek pekâlâ mümkün. Dahası bu gerçek tarihin altın sayfalarında kayıtlı zaten. Her ne kadar doğuda teknolojik gelişme olmasa da, insanı kendi ile barışık kılacak engin kültürel birikim fazlasıyla buralarda mevcut. Zira doğu kültüründe Piri Türkistan Ahmet Yesevi, Mevlana ve Yunus gibi gönül sultanları baş kültür mimarlardır. Baksanıza tüm insanlık gönül sultanlarına dün olduğu gibi bugünde muhtaçtır. İnsanlığın aradığı huzur onların nefesinde gizlidir. Kaldı ki, uygarlığın kaynağı da biziz. Nitekim insanın medeniyet donanımıyla dünyaya adım attığını bize bildiren ilk kaynak İslamiyet’tir. Kaldı ki; insanlık tâ baştan beri moderndir (medeni). İşte bu yüzden eşyanın tabiatına yönelik değişikliklerden hareketle insanlığın geçirmiş evreleri ilkellik ve modernlik gibi sınıflamalara tabii tutmak abesle iştigal buluyoruz. Asla bu tip sınıflandırmalar insanın dünyaya medeni olarak indiği gerçeğini kaldıramaz. Tam aksine insanlık medeni fıtri yapısından uzaklaşıp süfliliğe yol almaktadır. Orjinal olan her ne varsa aşınmış durumda. Bizim medeniyetten anladığımız olgu hem ruhumuzun fıtri değerlerle beslenmesi hem de eşyanın tabiatını iyi okumaktır. Her şey iç dünyamızı aydınlatmaya bağlı, ani iç dünyamız aydınlatabilirsek ancak o zaman eşyanın dilini anlamak çok daha kolay olacaktır.

Besbelli ki insan İslamiyet sayesinde eşyanın hakikatini kavrayabiliyor. Derken materyalizmin esaretine girmekten kurtulmak mümkün olabiliyor. Şayet modernizm veya postmodernizm kavramları içi boş bir kılıf değil de, iç aydınlığa yönelik ruha kuvvet veren kavramlar olsaydı üzerinde durulmaya değer kavramlar olacağı muhakkaktı. Anlaşılan gönül zenginliği, kültürel birikim, ruhi incelik içi boş kavramlarla sağlanamıyor. Zaten içi boş kılıf kavramların Mevlana'nın Mesnevisi ve Yunus’un şiirleri karşısında tutunamamaları bu gerçeği gösteriyor.

Batı aklı tek rehber alınca vahyi idrak edemez oldu. Oysa aklın üstünde ve insanlığın muhtaç olduğu tek kaynak vahiydir. Bir kere batılılar aklın bir yere kadar yol arkadaşı olduğunu anlamalıydılar. Habire toplumlara kavram ihraç etmekten vahye yönelecek zaman bulamamışlar. Asıl medeniyetin madde ve mananın yekvücut olmakla mümkün olacağı malum. Her ne hikmetse vahyin evrensel değerlerin üstünde hakikat olduğunu hep pas geçmişlerdir.

Batı, kendi kültürünü postmodernizm paketiyle paketleyip güya tüm dünyayı kendince dizayn edeceğini sanmış. Üstelik bunu yaparken de ne idüğü belirsiz kavramlarla yarınlarımız karartılmak hedeflenmiştir. Bizim açımızdan meseleye baktığımızda diriliş muştumuzu batının kriterlerinde aramak boşa zaman kaybıdır. Ancak kendi öz kimliğimizi yitirmemek şartıyla evrensel değerlerde buluşmak doğru kabul edilebilir. Zira bizim için “İlim Çin’de bile olsa alınız” düsturu esastır. Kaldı ki teknoloji Allah'ın Sani sıfatının tecellisidir, niye talip olmayalım ki. Yeter ki teknolojik gelişmeler kültürel değerlerle beslensin, bak o zaman gerçek anlamda medeniyet lafta değil özde olacağını fark etmiş olacağız.

Postmodernizm insana asla ab-ı hayat takdim etmiyor. Belki farklılıklarımızı hatırlatıyor ve bir arada yaşayabilmenin tavsiyesini yapıyor. Oysa Osmanlı bu meseleyi yıllar öncesinde halletmiş ve rüştünü ispatlamış bile. Kelimenin tam anlamıyla postmodernizm aklın esiri haline gelmiş insana yeni bir ruh verme çabası ya da mekanikleşmiş insana yeniden yerel değerleri şırınga etme çabasıdır.

Bir zamanlar modernize dalgasını yayarak insanların ruhunu çaldılar da ne oldu. Sonuç ortada kavram kargaşalığından hemen herkes birbirinin kuyusunu kazımakta. Şimdi yeni bir çare bulmak gerek. Modernizmle kaybedilen zaman postmodernizmle giderilmeye çalışılsa da artık pek inandırıcı gelmiyor. Ama yine de Batı yeni aklını başına almış olsa gerek ki; bu işin sırf teknoloji ve bilimle her şeyin halledilemeyeceğinin farkına varıp kaybettiği ruhunu geri almak için postmodernizmi fırsat görüyor. Böylece bilimi kültür harcıyla birlikte yoğurup postmodern paket halde dünyaya egemen olmaya çalışıyorlar. Onlar sürekli egemen güç olmaya çalışa duruşunlar bizleri ise bu tür paket programlar noktasında uyanık olmak gerekiyor. Anlaşılan batı karşısında herhangi alternatif güç istemiyor, gücünü ebed müddet yapmak içinde kendi kültürünü bilim maskesiyle cilalayıp ihraç ediyorlar. Oysa her ülkenin kendine özgü kültür harcı vardır. Hadi bundan vazgeçtik diyelim, kültür tek taraflı değil, icabında ülkeler arasında hem alınır hem verilir olmalı, ama gel gör ki; batı hep verici konumda, doğu ise hep alıcı konumda konumlandırılmıştır hep. Neyse ki dünya halkları da artık uyanmış gözüküyor, bu yüzden dünyayı tek merkezden idare etme eskisi kadar kolay olmuyor. Çünkü dengeler hızla değişkenlik gösteriyor, ileriye yönelik hamle yapan yeni devletlerin dünya konjonktürünü etkilediğini görüyoruz. İşte bu etkilerden hareketle batı tek kültürlülüğe dayanan modernizmi terk edip başka kültürlerle alışverişe geçmenin gerekliliğine vurgu yapan postmodernizm paketini piyasaya sürme ihtiyacı duymuştur. Aslında bu paket kendi dışındaki toplumları düşündüğü için piyasaya sürülmüş değil, batının dünya üzerinde hâkimiyetini sürdürmeye yönelik bir pakettir. Tabii onlar postmodern kılıfı altında yenidünya düzeni dedikçe, bizde bu arada ister istemez kendi Nizam-ı âlem ülkümüzü hatırlarız. Hatta sadece hatırlamakla kalmayız gerçekten dert dava dünyaya düzen vermekse, bunu ancak Nizam-ı âlem ülküsüyle hayata geçirilip uygulanabileceğine inanırız biz. Örnek mi? İşte tarihte Osmanlının yaptığı uygulamalar bunun en tipik örneğini teşkil eder zaten. Nitekim Osmanlı üç kıtada hiçbir farklılığa dokunmadığı gibi kültürleri de himaye etmiştir. Böylece tüm insanlık bizimle huzur bulmuştur. O halde şimdi sormak gerektir, dünyanın üçte ikisini kana bulayan bugünkü süper güçler mi postmodern, yoksa Osmanlı mı? Tarih bunun en büyük şahidi olduğuna göre, elbette ki Osmanlı gerçek manada âleme nizam veren postmodern devlet olmuştur.

Vesselam.