Muhsin Kafkas


ÖLÜMLE İMTİHANIM

İnsanların hayatlarında badirelerden geçtikleri, zorlandıkları çeşitli dönemler olmuştur.


İnsanların hayatlarında badirelerden geçtikleri, zorlandıkları çeşitli dönemler olmuştur.

Olacaktır.

Oluyordur.

Lakin şahsım olarak ciddi zorlu süreçler ile dönem dönem karşı karşıya kalıyorum.

Ben imtihanımı seviyorum.

Biliyorum ki “ONDAN” geliyor.

Öyle ise baş göz üstüne. 

Amenna ve sadakna diyorum.

Aslına bakacak olursanız hayat sosyal medyadaki gibi verilen subliminal mesajlardan, mutluluk, güç, makam fotoğraflarından ibaret değil.

Bu sadece benim için de geçerli bir kural değil. Genel olarak insanlık bu durumla karşı karşıya.

Neyse hikayeye daha doğrusu gerçeğe geçelim.

31 Ekimi, 1 Kasıma 2022’ye bağlayan gece yaşadıklarıma...

Gece 23.00 sularında geçirmiş olduğum mukazal rezeksiyon ameliyatı sonrasında rektal yoldan kanamam oldu.

İstanbul’daki Prof. Dr. UGUR Deveci’yi aradım.

“Endişe etmemem gerektiğini bir üniversite hastanesinin acil servisine gidersem küçük bir müdahale ile kanamanın durdurulacağını” belirtti.

( Bu arada dostum, abim, kardeşim Prof.Dr.Uğur Deveci’ye sonsuz teşekkür ederim. 15 yıldır öf demeden ne zaman başım dara düşse saat mevhumu gözetmeksizin telefonumu açıp beni rahatlatır. Allah bu tarz hekimlerin sayısını arttırsın. )

Allah var bende çok bir endişeye kapılmadım.

Sonuçta Türkiye’nin başkenti Ankara’da saygın tıp fakültelerinin olduğu bir lokasyonda yaşamımı idame ettirmem nedeniyle rahattım.

Yolda giderken Ankara Tıp Fakültesi’nin önünden, İbni Sina Hastanesinin dibinden geçtim.

Kafama Hacettepe Tıp Fakültesini yazmıştım, olacaklardan habersiz ve masumca.

SAAT 23.32

Acil Servise giriş yaptım. Triajda duran hekime ve sağlık görevlisine durumu lisanı münasip bir dille izah ettim.

Benim rahatsızlığım şudur.

“Doktorumun tavsiyesi ile şu işlemin yapılmasının uygun olacağını. Doktorumun arayabileceğimi, hır haftalık ameliyat öykümün olduğunu. Eğer sizde uygun görürseniz beni kırmızı alana alır mısınız?” dedim.

Daha belki de yeni mezun ya da intörn doktor olan kişi:

“Ukalalık yapma. İşimizi bize mi öğreteceksin.

Dışarıda diğer hastalar gibi bekleyeceksin. Buradamı ameliyat oldun. Hayır.  O zaman git İstanbul’daki doktorun müdahale etsin.” demez mi?

Aslında o anda bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başladım.

Benim bu acil servisten çıkışım olmayacak gibiydi.

Neyse sabredelim biraz diye içimden geçirdim. Lakin dakikalar geçiyordu.

Yutkundum.  Beklemeye devam ettim.

SAAT 00.14 

Doktora tekrar kendimi izah etme ihtiyacı hissettim. Hocam bakın durumum acil. Kanamam var ve arttığını hissediyorum.

Doktor:

“Biz burada hisle iş yapmıyoruz.”

Beni bırakın kendi imkanlarıyla başka hastaneye ya da İstanbul’a gideyim, dedim.

İzin vermediler.

O sırada WC ihtiyacı hasıl olunca, olanca hızımla klozete zor yetiştim.

Ortalık kan revan oldu.

Lavaboyu doktora göstermek istedim.

İsminin baş harflerini vereceğim bayan doktor S.M. klozetteki manzarayı görünce biraz endişelenerek beni kırmızı alana aldı.

Yeniden beklemeye başladık.

SAAT 01:32 

Hala herhangi bir işlem yapılmadı.

Tıp 5’de okuyan bir hekim adayı kolumda yemyeşil göveren damarı bulamamakta ısrarla inat ediyordu.

“Abi biraz canını yaktım kusura bakma.”

Nereden bilebilirdim, bu can yanması aslında sonraki yanmaların fihristesi olacağını.

Kan sonuçlarının en erken 1 ila 2 saate çıkacağını belirttiler.

Ben o esnada klozete giderek abartmayayım ama en az 1.5 litre kan kaybettim.

Klozetin üzerinde yanıp sönen lambanın, loş ışık huzmelerinin kırık aynaya yansıyan siluetimin bembeyaz olduğunu fark ettim. Dakikalar ateşi görmüş buz gibi eriyordu.

SAAT 02.38 

Diğerlerine göre biraz daha bilgili ama panik olan dahiliye bayan doktoru A.Ç. yanıma gelerek durumumu sordu.

Benim acile girişimin üzerinden yaklaşık 160 dakikaya yakın zaman geçmesine rağmen halen derdimi anlatamamıştım.

Ki anlatma yeteneğimin olduğunu düşünüyordum.

Bayan hekim basurdan olabilir dedi.

Müstehzi bir gülümseme ile hocam evet hemoroit var ama o böyle kanama yapmaz dememin üzerine.

Çok ciddi bir kanamam daha oldu.

Bu sefer işin ciddiyetini anlamaya başladıklarını hissettirecek hamleler başladı.

Birden beni iç çamaşırlarımı da yırtmak suretiyle (ki mecbur kaldılar atlet, külot kan revan haline gelmişti.) çıkardılar.

SAAT 03.06 

Daha da uzman olduğunu andırır kişi mideye hemen hortum attı.

Ardından idrar yolları için sonda takıldı.

Hasta bezi ile de sözde bir tampon ile  yatırıldım.

Artık başımın üzerinde bir sürü alet. Nefes almamı sağlayan bir cihaz yardımı vardı.

Öluyor muydum acaba ?

Daha da yapacak pek çok işim vardı, diye düşünüyordum.

Allahtan çocukların kışlıklarını aldım derken.

Dit...Dit...Dit... seslerinin çoğalmaya ve sesinin kulağımı yırtarcasına artmaya başladığını hissettim.

Tansiyonu düşüyor diyorlardı galiba.

Bu arada KRİTİK BAKIM olarak adlandırılan yere alındım.

Ama bu sefer de kanama olanca şiddeti ile devam ediyordu.

Artık konuşmalara dahi verecek takatim kalmamış gibiydi.

Ölümün sıcak nefesini artık ciddi anlamda bedenimin her zerresine hissediyordum.

Normalde acı eşiğim yüksektir.

Mukavemetimin kuvvetli olduğuna inanıyordum ama kan kaybı karşısında beden olarak direnmenin mümkün olmadığı dakikalara doğru gitmekte idim.

Yattığım yerin tam karşısında olan saate gözüm yarı açık bakıyordum.

Artık 

SAAT 03.57'idi.

Bana sürekli biri yüksek sesle ve omzuma vurarak.

Ulaş Bey !!!

Ulaş Bey!!!

Uyumayın lütfen diyordu.

Ben ise içimdeki ölüm uykusuna gitmeye karar vermiş eda ile usul usul şehadetler getirmekle ve bildiğim duaları okumakla meşgul idim.

Doktor olduğunu düşündüğüm, belki de hatırlayamadığım biri artık direkt olarak direktif verip sert vuruşlar ile ve daha yüksek ses tonu ile bağırıyordu. 

Hastayı kaybedeceğiz!!!

Acil kan vermemiz lazım.

Diğer doktor ise elimizde kan yok.

Gelmesi biraz zaman alır şeklinde konuşmaları artık duyuyordum. Tepki dahi verecek takatim yoktu.

Gözümü olanca zorlukla açtığımda neredesin?

Burası nere?

Adın ne?

Ne iş yapıyorsun?

Gibi o anda bana çok saçma gelen sorularla muhatap oldum.

Gücüm yetmiyor. Artık dilim dönmüyordu. 

“Şekeri 370 olmuş.”

Sesi  ile irkildim.

Hemoglobin 11 dediklerini duyar gibiydim.

O sırada yine kan geldi sözünü duydum.

Bir ya da iki ünite kanı üst üste vücuduma vermeye başladılar.

Bir yandan damarlarımdan sürekli tüpler vasıtasıyla kan alıyorlardı.

Başımda yanan ışık artık flu halde idi.

Ortalık gri renkle alabildiğince kurşini olmuştu. 

Bir önceki operasyonumdaki ameliyathanede Sezen’in “Kurşuni Renkler” isimli şarkısı kulaklarımda çınlamaya başladı.

Yine göz yaşı vanam gevşemiş, kirpiklerim artık damlaları mani olamadığımı hissediyordum.

Seri olarak akan göz yaşlarımı sıcak tenime, çöldeki yağmur tanesi gibi düştüğünü hissediyordum. Her bor damla adeta cos...coss... sesi çıkarıyordu.

Hayat gerçekten filim şeridi gibi gözümün önünden çok seri şekilde geçiyordu.

Artık bilincimi ne zaman yetireceğim diyordum.

O sırada KRİTİK BAKIM odasından acilen belki bir ya da iki kat üste bulunan Genel Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesine sevk ediliyordum.

(Bir ayrıntı Yoğun bakımdaki tüm personel profesyonel acil servisin aksine bir o kadar anlayışlıydılar.

Hepsine sonsuz teşekkür ederim. Doktor Mehmet Kaan Akgül’e, hemşire Büşra Zehir hanıma ayrıca teşekkürümü sunuyorum.)

Saat kaç diye sorduğumu hatırlıyorum.

SAAT 05.15 dediler.

Verilen kan işe yaramış mıydı? Bilmiyorum. Âmâ ağzımın içi biraz daha nemlenmişti.

Yoğun bakımda çok az kaldıktan sonra gastroenteroloji doktoru geldi dediler.

Beni çok hızlı hır şekilde sedye ile belki iki ya da üç kat yukarı çıkardılar. Kan kaybı devam ediyordu.

Lakin 10 dakikalık bir müdahale sonucunda geçmis olsun kanamayı durdurduk dediler.

İçimden bu kadar basit olan bir şey neden yaklaşık 6-7 saat sonra yapıldı diye geçirdim.

Sonrasında kan kokusunun genzimin derinliklerine sindiğini hatırlıyorum.

Sonrası 3 gün yoğun bakım...

Ve daha trajikomik tarafı yoğun bakımdan bir sabah eve taburcu edilmem oldu.

1 Kasım günü bir kaç damla kan ile başvurduğum Hacettepe üniversitesi morgundan yakınlarım tarafından alınabilirdim.

Lakin Rabbimin inayeti ile yine nefes alıp verebiliyoruz.