Mevlüt Uyanık

Tarih: 08.03.2024 16:00

ORTADOĞU’DA JEOPOLİTİK KARGAŞA

Facebook Twitter Linked-in


Immanuel Wallerstein’in 10 Temmuz 2004 tarihli yazısının başlığı bu. Gazze’de yaşanan çatışmaları temelde enerji üretim ve arz merkezlerinin kadim İpek Yolunun “Kuşak-Yol İnisiyatifi” ile buna alternatif yol arayışı “Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) Projesi” bağlamında okunması gerekir. Aslında Orta Doğu’daki gerilimlerin Doğu Akdeniz ticaret havzasıyla doğrudan ilintili olduğunu, bunun Safevî-Osmanlı; Osmanlı-Memluk Mücadelelerine kadar tarihsel temeli bulunmaktadır. Günümüzde Türkiye Cumhuriyetinin bölgesel aktör olarak “Kuşak-Yol ve Orta Koridor” üzerindeki etkisini incelemek önemlidir.

Entelektüel Görev; Ne Yapabiliriz?

2019 yılında ölen günümüzün en önemli sosyologlarından Wallerstein’in Modern Dünya-Sistemi, Ütopistik ya da 21. Yüzyılın Tarihsel Seçimleri, Küreselleşme ve Terör, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim, Geçiş Çağı:Dünya Sisteminin Yörüngesi gibi eserleri var. Bu düşünürü merakla takip etmemin nedeni, Kuzey-Güney veya Kapitalist-Sosyalist ayrımının yanı sıra “Gelişmekte Olan Ülkeler” veya “Üçüncü Dünya Ülkeleri ” teorilerini reddederek, ekonomik değişim ilişkilerinin oluşturduğu girift bir ağ ile birbirine bağlı tek bir dünya olduğunu savunmasıdır. 

İçinde yaşadığımız dünya sisteminin hızla temel bir değişime doğru gittiğini ve tercih ve seçimlerimizle insan iradesine hiç olmadığı kadar açık hale geldiğini savunan Wallerstein gerçekliği eleştirel ve ayık bir kafayla analiz etmenin entelektüel görev olduğunu belirtir. Ahlakî görev olarak değerlerin neler olduğuna karar vermek olduğunu söyler. 

Biz de Ortadoğu diye sonradan isimlendirilen ve tarihsel olarak biladu’ş-şam denilen bölgenin tarihsel geçmişini ve orada yüzyıllarca hüküm süren farklı, dil, din, ırkları yüzyıllarca bir arada yaşatan dünyanın en uzun soluklu tek hanedanlık Osmanlı devletinin kültürel kodlarını tevarüs eden Türkiye Cumhuriyeti ile bu olabilir diyoruz. 

Evet, kapitalist dünya sistemin kaotik yapısal krizinden çıkıp, mevcut sistemden gözle görülür ölçüde daha iyi olacak farklı bir dünya sistemine geçmesi olasılığına dair hemen nasıl katkıda bulunabileceğimize karar vermekle ilgili siyasi görevimiz var. Bunun için Doğu Akdeniz’deki ticaretin tarihsel temellerine, Safevî-Osmanlı, ed-Devletü’t-Türkiye de denilen Memlûk Devletleri mücadelesine bakınca, günümüz Orta Doğusu Türk değerleri ve katkısı olmadan anlaşılmaz. Bu devletlerin günümüzdeki temsilcileri olan Türkiye Cumhuriyeti, İran ve Mısır’ın bölgesel aktörler olmasının temelinde bu tarihsel birikim yatar. 

Sürekli İstikrarsızlık Bölgesi Olarak Ortadoğu 

Orta Doğu, Yakın Doğu ve Uzak Doğu gibi nitelemeler yüzyıl önce sömürge güçleri tarafından yapılmış, stratejik ve jeo-felsefî tanımlamalar olup, bölgeler daima kavga ve kargaşaya müsait bir şekilde düzenlenmişti. Nitekim Osmanlı Devletinin 1. Dünya savaşı sonrasında İslam dünyasından siyasal olarak çekilmesiyle birlikte bölge İngiltere başta olmak üzere emperyalist ve sömürgeci güçlerin hâkimiyetine geçti. Büyük Britanya 18.yy başlarında Hint yarımadasını tamamına hâkim oldu. 1882 de Mısır, 1889 da Sudan’ın zapt ettiler. Yüzyılın sonunda Doğu Hint Adalarının tamamını Hollandalılar ele geçirdi. Fransa 1835 yılında Cezayir, 1881 de Tunus, 1912 yılında Fas’ı ele geçirdi. Ruslar Orta Asya’ya doğru genişlediler. İtalya 1912 Libya’yı işgal etti. I. Dünya savaşı sonrası İngiliz ve Fransız ikilisi Osmanlı ülkesinin Arap eyaletlerine sahip oldular

İslam dünyası Kuzey Afrika’dan Arap Ülkeleri, İran, Pakistan, Afganistan’a oradan İç Asya’daki Türk Devletleri, Kafkasya ve Türkiye’ye kadar alan “lanetli ve/ya kriz bölgesi” olarak belirlenmişti. O tarihten itibaren buralarda ya iç çatışmalar ya da dış müdahaleyle “sürekli bir istikrarsızlık hali” yaşanmaktadır. Nitekim dikkat edildiği zaman ya enerji (su-petrol, gaz ve diğer değerli madenler) üretim merkezleri ya da enerji arz merkezleri olduğu gözlemlenmektedir.

Biladu’ş-Şam’ın Yeni Adlandırılması Orta Doğu

Biladüşşam, Türkiye’nin güney Toroslarından başlayıp, Suriye, Irak, Filistin ve Ürdün topraklarına kadar uzanır. Suriye’nin başkentinin adı Dimaşku’s-Şam, (Damascus), Filistin, Lübnan topraklarıdır. Libya’daki Trablus ile karışmasın diye de Trablusşâm denildiğini hatırlarsak, Osmanlı devletinin jeo politik ve kültürel gücünü devşiren Türkiyesiz ne Orta doğu, ne de Tunus, Cezayir ve Libya'’da bölgesel barış sağlanması zordur. Orta mağrip ve yakın mağrip denilen buralar Osmanlı yönetiminde uzun yıllar kaldı. El-mağribu'l-aksa, uzak Batı'’a biz Fas diyoruz, Çünkü 300 yılı aşkın bir süre Cezayir Beylerbeyliği olarak bölgede bulunurken, Marakeş’in önemli şehri olan Fes, Osmanlı, himayesi altına alınmıştır.

Tekrar Orta Doğu’ya dönecek olursak, Trablusşşam Hz. Osman zamanında fethedilmiş, Muaviye Persleri (İranlıları) ve Yahudileri bu şehre yerleştirmiş ama Abbasi döneminden sonra bir Türk devleti olan Tolunoğulları (878/264) buraya gelmiştir. 456 yılından itibaren Türkler özellikle Yıva Türkmenleri bölgeye gelmiştir. 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’e bu şehri ed-Devletü’t-Türkiyye de denilen Memlûk Devleti komutanı Kurtbay’ın teslim ettiğini hatırlarsak Tolunoğullarından itibaren bölgedeki Türk etkisinin 1918 yılına kadar devam ettiğini söyleyebiliriz.

Yeni Dünya Düzeni veya 3. Dünya Savaşına Örtülü Giriş

1989-1990 yılında SSCB dağılınca iki kutuplu dünya yerini ABD öncülüğünde Yeni Dünya Düzenine bıraktı. Yeni uluslararası sistemde ideolojik ve kültürel farklılıklar temeline dayalı Doğu-Batı bölümlenmesi yerini ekonomik temele dayalı Kuzey-Güney bölümlenmesine bıraktığı vurgulandı. Yukarıdaki bölgelere başta ABD olmak üzere diğer batılı küresel güçler demokrasi ve insan hakları adı altında operasyonlar düzenlediler, Irak-İran savaşı ve Irak’ın Kuveyt’i işgali ile bölgede çatışmalar tetiklendi. Bunların meşruiyeti ise Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması ve Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu ve Son İnsan” tezleriyle sağlanmaya çalışıldı.

SSCB’nin dağılmasıyla 1989 yılı itibarıyla başlayan yeni yüzyıl siyasal ve kültürel düzenlemelere karşı önlem almak için Rusya içine çekildi. Ama kendini toparladıktan sonra SSCB siyasî ve kültürel alandaki etkinliğini hala devam eden politikalar üreterek varoluşunu korumaya çalıştı. Nitekim kapitalist ülkeler (ABD ve AB) sosyalist ülkeler (Rusya ve Çin) arasındaki mücadele enerji arz ve üretim merkezlerinde olanca gücüyle devam etmektedir.

ABD önderliğinde Dünya Bankası, IMF, GATT gibi kurumlar, dünya ekonomisini bir bütün olarak düzenlemek amacıyla örgütlenmiş olan küresel kurumlardır. Bugün dünya Sovyet’lerin dağılmasından (1991) sonra, ABD’nin küresel bir hegemonya kurmak girişimlerine sahne olmaktadır. ABD petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının ve enerji yollarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya ve Çin’e yakın olmak amacıyla, Ortadoğu’yu denetleyebileceği politikaları bölgede uygulamak istemektedir. Esas hedefi ise, Avrasya ve Ortadoğu’da egemenlik, emperyalist gücün tüm unsurları ile dünyada oligarşik bir hegemonya kurmaktır.

Türkiye bulunduğu stratejik konum, tarihsel ve kültürel birikimi ile bu çatışmanın tam merkezinde yer almaktadır. Çünkü hem Doğu-Batı, hem de Kuzey-Güney geçişlerinde köprü konumunda olan Türkiye’nin içinde bulunduğu alt sistem ve bölgeler (Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğunun kesişim alanı olan bir Türkiye) eskisine göre daha oynak ve belirsiz ve o derece önemli bir hale geldi. Rusya ve Çin’in küresel aktör olarak yeniden sahneye çıkmasıyla birlikte medeniyetler arası savaş tezinin de geçerliliği kalmadı. Bölgelerdeki sürekli gerilim ve çatışmalara meşruiyet sağlayacak yeni tasarımlar (Şiî/Selefî vekalet savaşları) devreye sokuldu.

Bu çerçevede düşündüğümüz zaman 11 Eylül 2001 tarihi yeni düzenlemeler ve uygulamaların başlangıç tarihini oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle ABD ikiz kulelerine olan saldırı aslında bir yeni yüzyılın veya örtülü olarak 3. Dünya savaşının da başlangıcı diyebiliriz. ABD ön planda, arka planda “common wealht” ülkeleri ve özellikle İngiltere ve AB merkezli küresel güçler, enerji üretim ve arz merkezlerine, demokrasi insan hakları vb gerekçelerle müdahalelerde bulunmaya başladı. Irak’tan başlayarak (bir zamanlar “İpek Yolu”nun güney hattı olan) Afganistan ve Pakistan bölgesine kadar alanda “sürekli bir istikrarsızlık” durumu oluşturuldu.

Bu tarihten itibaren bölgelere yönelik yeni operasyonlar düzenlendi. Burada patrimonyal/ebevi sistemle yönetilen ülkelere demokrasi getirileceği söylendi ama bölgeler daha da istikrarsızlaştı ve iç çatışmalar iyice tetiklendi. El-Kaide, Taliban, Boko-Haram ve günümüzde iyice etkinliğini artıran İşid/Daeş adlı örgütlerle vekâlet savaşları başladı. 2010 Arap baharı adıyla başlatılan ve medeniyet içi çatışma yani Müslüman’ı Müslüman’a kırma politikasıyla vekâlet savaşları yaygınlaştırıldı.

Sonuç: 

Bölgesel güç olarak, Osmanlının üç kıta, iç denizlerdeki jeo politik gücünün temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni devre dışı bırakmak isteyen hiçbir çaba bölgede huzur, sükûn ve barışı getiremez. Çünkü ülkemiz Cumhurbaşkanlığı forsundaki yıldızlar ile simgesel olarak kadim dünyanın ticaret yolları üzerinde kurulan devletlerin de kültürel mirasçıdır.

Türk milletinin hâkimiyeti ve yayılışı yani Türk cihân hâkimiyeti Viyana kapılarından Ganj nehri vadilerine, Altay dağlarından Atlas dağlarına, İtil boylarından Habeşistan’a ve Büyük Sahra’ya kadar eski dünyanın yansına kadar alanı kapsıyordu. Türkiye Cumhuriyeti bu birikim ile Sahra-Altı Afrika, Latin Amerika ve Asya Pasifik bölgelerine açılım politikalarını da derinleştirmek zorunda olduğu bilinciyle hareket etmektedir. 


KAYNAKÇA

Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Meûresi Tarihi:Türk Dünya Nizâmının Millî, İslâmî ve İnsanî Esasları, (İstanbul: Ötüken Yayınevi, 18. Basım 2009), 26; Esat Arslan, Türkiye Ve 'Merkezi Devletler Topluluğu', https://www.gencdiplomatlar.com/uzman-gorusu/turkiye-ve-merkezi-devletler-toplulugu.html (27.04.2020), a.mlf, “Osmanlı'dan Günümüze Ayrılıkçılık”, https://strasam.org/tarih/turkiye-cumhuriyeti-tarihi/osmanlidan-gunumuze-ayrilikcilik-759, (02.05.2022), Mevlüt Uyanık, Modern 'İpek Yolu' Olarak Kuşak-Yol İnisiyatifi ve Atatürk’ün 'Uzak Türk Kuşağı' Projesi ”, Türk Yurdu Dergisi, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk” Özel Sayı, Kasım 2023, Sayı 435:72-81; Arap Baharının Mezhepçilik ve Kabilecilik Bağlamında Analizi, Eski ve Yeni Dergisi, (25/2012):84-93, a.mlf, Î Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, (Ankara: Araştırma Yayınevi, 2016), 137-208; “Söyleşi”, Millet Milliyetçilik ve Din -Türk Milliyetçiliği ve İslâm (Eskişehir: Kırmızılar Yayımcılık 2023), 421. “Ortadoğu’da Jeopolitik Kargaşa”, Alperen Ocakları Dergisi, (Ocak-Şubat 2024),12-15


 


 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —