İktidar uyguladığı yanlış ekonomi politikalarıyla vatandaşın ev alabilmesini imkansız hale getirdiği yetmezmiş gibi, bu kez de insanların bin bir emekle yıllarca çalışarak aldığı evini/işyerini kaybetmesine neden olacak yasal bir zemin oluşturmuştur.
Çıkartılan Kanun’un afet riski altında bulunan bölgelerde kentsel dönüşüm çalışmalarını hızlandırmak amacıyla hazırlandığı ifade edilmektedir. Bizlerde, başta İstanbul olmak üzere tüm kentlerimizin afet tehlike ve riskleri, çarpık kentleşme, aşırı nüfus yığılmaları gibi çeşitli nedenlerle kentsel dönüşüm ve yenilenme ihtiyacı olduğu düşüncesindeyiz. Ancak 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında yürütülen projeler ile; acil dönüşüm ihtiyacı olan yerlerden daha ziyade rantın yüksek olduğu bölgelerde dönüşümler yapılmıştır. Ve bu durum toplumda kentsel dönüşüme karşı ciddi bir güvensizlik yaratmıştır. Çıkartılan yeni yasa ile bu güvensizlik duygusu çok büyük bir endişeye dönüşmüştür. Zira yeni kentsel dönüşüm yasası ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na özel mülkiyet hakkının ihlali sonuçlarını doğuracak olağanüstü yetkiler tanınmıştır.
Şöyle ki; yeni yasaya göre artık kentsel dönüşüm kararı için hak sahiplerinin üçte iki çoğunluğu aranmayacak, salt çoğunluk yeterli olacak. Riskli yapı denetim ve tespitleri Kentsel Dönüşüm Başkanlığı tarafından yapılacak. Kiracılar ya da hak sahipleri risk tespitini engellerse, yapılar yetkililerin yazılı izniyle çilingir yardımıyla açılarak karot örneği alınabilecek. Riskli yapıların tahliyesi ve yıktırılması için mülk sahiplerine en fazla 90 gün süre verilecek. Hak sahiplerine yapılacak tebligatlar yapı üzerine asılacak, muhtarlık ve e-devlet üzerinden yapılacak.Riskli yapıları tahliye etmeyen hak sahiplerine karşı güvenlik güçleri zor kullanabilecek. Kısaltılmış ve sınırlandırılmış hukuki süreçler uygulanacak.
Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkı hususunda hak arama ve savunma yollarının böylesine kısıtlanması, yerel yönetimlerin yetkilerinin tamamen ortadan kaldırılması, özel yaşam ve konut dokunulmazlığı ihlalini depreme hazırlık adı altında idarece yapılmasına müsaade edilmesi, mülkiyet hakkı konusunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na böylesine sınırsız yetkiler verilmesi kesinlikle kabul edilemez. Bu yasa birçok açıdan anayasaya aykırıdır.
Bize göre, öncelikle mülkiyet hakkı ihlallerine karşı çok etkin koruma yöntemleri getirilmeliydi. Ayrıca bir yerin riskli yapı olup olmadığı hususunda meslek odaları ve bağımsız kuruluşlar da yetkili kabul edilmeliydi. Zira uygulamada riskli yapı kararlarına karşı açılan davalarda yapının riskli olmadığı yönünde kararlar verilebildiğini görüyoruz.
Kaldı ki, yasada ‘rezerv yapı alanı’ tanımının değiştirilmesi çok tehlikeli bir durum yaratmıştır. Eskiden yeni yerleşim alanı olarak belirlenen yani üzerinde yerleşim yeri bulunmayan bölgelerde ilan edilen rezerv yapı alanları yeni yasanın 6.maddesine göre artık mevcut yerleşim alanlarında da ilan edilebilecek…
Siyasi ve bürokratik ahlakın böylesine çöküşte olduğu bir toplumda böyle bir yasanın büyük hak kayıplarına yol açacağı açıktır. İktidar çevreyi rant ve talan alanı olarak görmektedir. Bu hükümle de, şehir merkezlerindeki kıymetli yerlerin ‘rezerv alanı’ ilan edilerek hak sahiplerinin değersiz yerlere sürülmesinin yolu açılmıştır.
Üstelik çıkartılan bu yasaya göre hak sahipleri yeni yapılan konutun farkını ödeyecek güçte değilse, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı yeni evin farkını ödeyerek vatandaşın mülkiyetine ortak olacaktır. Böyle bir durumda kalacak başka yeri olmayan hak sahiplerine oturma hakkı tanınacak ve hak sahibinin ölümü halinde bu yerler hazineye kalacaktır. Bu yasa hak sahiplerinin sadece mülkiyet hakkını, özel yaşam ve konut dokunulmazlığı, adil yargılanma haklarını ihlal etmekle kalmayacak, onların eş ve çocuklarının beklenen miras haklarını da ihlal edecektir.
Nitekim Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, kanunun yasalaşmasının üzerinden bir hafta geçmeden bakanlığının bütçe sunumunda; şehirlerin meydanlarını ve prestijli caddelerini ‘resen’ kendilerinin yapacağını söyledi. Bugün de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile AKP’li Pendik Belediyesi işbirliğiyle İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin arazilerine el koyduğu yönünde medyaya haberler yansımaya başladı. Bu söylem ve tutum vatandaşlarda oluşan endişeyi had safhaya çıkardı.
Üstelik vatandaşlar bu endişeyi duymakta son derece haklı. Zira yasa da, afet riski karşısında insanların can ve mal güvenliğini sağlayacak, barınma sorununu çözebilecek, kamu yararını önceleyen çözümler yerine, sermayeyi önceleyen politikalar esas alınmış, özel mülkiyetin gaspına neden olacak düzenlemelere yer verilmiştir.
Yasanın barındırdığı tüm risklerin yanı sıra ‘rezerv yapı alanı’ tanımının ivedilikle değiştirilmesi gerekmektedir. Rezerv alan ilan edilecek yerler sadece kamuya ait alanlar olabilir. Zira mülkiyet hakkı kutsaldır.
Anayasası’nın 35. Maddesi’nde;
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir....” denilmiş ise de; devletin mülkiyet hakkı karşısındaki konumu negatif haklar kapsamındadır ve bu konuda kararlar alabilmesi için sadece kamu yararının gerekçe gösterilmesi ve kanun çıkartılması yeterli değildir.
Değil mülkiyet hakkından yoksun bırakabilecek kararlar alınması, mülkiyet hakkının sınırlandırılması bile diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi Anayasa’nın 13. Maddesi’nde belirtilen kurallara tabidir.
19. yüzyıla kadar mutlak ve sınırsız bir hak olarak kabul edilen bu hak, 20. yüzyıldan itibaren kamu yararı gerekçesiyle vergi ve imar planı gibi nedenlerle bazı sınırlamalara tabi tutulmuş ise de, diğer hakların kendisinden türediği kabul edilen mülkiyet hakkı, tüm hakların anası olarak nitelendirilir.
Dolayısıyla mülkiyet hakkı temel hak ve özgürlükler arasında özel bir öneme sahiptir, devletin müdahale etmemesi gereken haklar statüsündedir.
Bu itibarla, Anayasaya ve evrensel hukuk normlarına aykırı olan bu yasanın iptal edilmesi/vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyor, uygulaması konusunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nı uyarma gereği duyuyoruz;
Bu yasaya dayanarak özel mülkiyet alanları ile ilgili alınacak tüm kararlarda;
Hakkın özüne dokunmama ilkesine, Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı kalma kuralına, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesinin ‘elverişlilik, gereklilik ve orantılılık’ gibi tüm unsurlarına son derede özen gösterilmesi, hak sahiplerini mülkiyet hakkından yoksun bırakabilecek hiçbir eylem ve işleme müsaade edilmemesi gerekmektedir.
Aksi halde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın büyük sorumluluğu doğacaktır.