Canboray Soykan


PİMPİRİK

Aralık geldi, çattı. Bir seneyi daha uğurlamak üzereyiz, gelecek yıldan bireysel beklentilerimiz pek tabii var fakat kolektif olarak, toplum olarak bir büyük hasret içindeyiz.


Bir seneyi daha uğurlamak üzereyiz

Aralık geldi, çattı. Bir seneyi daha uğurlamak üzereyiz, gelecek yıldan bireysel beklentilerimiz pek tabii var fakat kolektif olarak, toplum olarak bir büyük hasret içindeyiz. 2023 Yılında yapılacak olan seçimlerde hem yürütmede hem de yasamada değişimi başarabilmek toplumun büyük bir kesiminin beklentisi. Bu topraklarda barışık yaşamak, insanca yaşamak, özgürce yaşamak; bir iktidarı değiştirmekten ötesi anlayacağınız.

Yoğun bir hafta

Böylesine önemli bir seneye kavuşmak üzereyken ülke gündemi pek tabii yoğun, pek tabii hareketli. Geçtiğimiz hafta yoğun bir haftaydı. Öncelikle Bilkent Otel’de altılı masanın anayasa taslağı tanıtım toplantısındaydım, sonraki gün de Demokrat Parti’de genel başkan Gültekin Uysal ve parti sözcüsü Doç. Dr. Neslihan Çevik’le bir toplantıdaydım. Cumartesi günü CHP’nin açıkladığı ekonomik vizyon programı davetine icap etmek istesem de bir taziye ziyaretine katıldım ama takipteydim. 

Seçimi kazanmış olma düşüncesi 

Ankara’da gördüklerimi aktarmak istiyorum, yorumlarımı paylaşmak istiyorum sizlere bu hafta. Tabii bir de toplantılardaki sohbetlerimden, izlenimlerden. Bilkent Otel’e gittiğimde etkinliğin başlamasına bir buçuk saat vardı, salona tüm partilerden kıymetli dostlar, kıymetli basın mensupları, STK temsilcileri daha yeni geliyordu. Salon doldukça altılı masadaki her partinin genel merkez düzeyindeki kurmaylarıyla sohbet ederek durum değerlendirmesi yapma fırsatı buldum. Yalnızca siyasi partilerin temsilcileriyle değil, gazetecilerle, yazarlarla da vaziyeti masaya yatırdık. Gözlemlediğim en mühim husus şu oldu; altılı masa seçimi kazanmış olma düşüncesini içselleştirmiş görünüyordu.

Kazanmak değil yönetmek gündemdeydi 

Önceki organizasyonlarda da bu iklimi hissetmiştim ve fakat bu kez her zamankinden daha baskındı. Tüm muhalefet partisi kurmayları seçimden sonraki yeniden tesis sürecine odaklanmış vaziyetteydi sohbetlerimizde, fakat seçimin nasıl kazanılacağı konusundaki sorularıma verilen yanıtlar yer yer havada kalmadı dersem size eksik aktarımda bulunmuş olurum. Birkaç isim hariç herkes seçimin kazanılmış durumda olduğunu, sadece farkın ne kadar olacağı konusunda kararsız olduğunu zikretti ve bu beni oldukça şaşırttı. Hatta kendilerine endişelerimi dile getirdiğimde adımın ‘pimpirikli’ye çıktığı dahi oldu. Salonda üzerinde durulan husus seçimin kazanılıp kazanılamayacağından ziyade seçim kazanıldıktan sonra yetki bölüşümünün nasıl yapılacağı ve altı partinin bir arada hangi yöntemle ülkeyi yöneteceğine yönelik meselelerdi. 

CHP İşbirliğini uzatma arzusu içinde 

CHP’li isimlerle sohbetlerimde bu konuda Kemal Bey’in oldukça hassas olduğu ve altı liderin yegane karar verici olarak kalacağı, altı partinin tamamının da bir ittifak formülüyle TBMM’ye taşınacağı ve yine altı partinin tamamının da ülke yönetiminde kimi yönlerle oyu kadar kimi yönlerle de siyasi çoğulculuk ilkesi kapsamında eşit söz sahibi olacağını duydum. ‘’Öyleyse seçilecek cumhurbaşkanı her kararı altı partiyle beraber mi alacak ?’’ soruma da deneyip göreceğiz tadında yanıtlar aldım. Ayrıca yine CHP’li kurmaylarla sohbetimde Kemal Bey’in altılı masanın sadece 2023 genel seçimlerini kapsayacak bir rol almaması gerektiği düşüncesinde olduğunu, 2024 yerel seçimleri ve hatta 2025-2027 gibi yapılması planlanan seçimleri dahi kapsayacak bir işbirliği için hazır olduğunu öğrendim. CHP’li isimlerin aday meselesinde Kemal Bey’e desteği sağlam ve kararlıydı. 

 

Altılı masanın diğer aktörleri ve gazeteciler 

İYİ Partililerle sohbetlerimde Kemal Bey’in seçimi kazanacak aday olup olmadığı konusundaki şüphe sezdirilse de ittifak ruhunun tabiatı gereği açıktan bu endişe hiç dile getirilmedi. İYİ Parti, işbirliğinin önümüzdeki seçimlere yansıtılması içinse CHP kadar iyimser değildi, bu konuda ‘’Günün sonunda birinci parti olmak istiyoruz ve bizim bir iddia koymamız gerekiyor, ittifaka bağımlı gider mi bilmiyorum, buna taban ne der, yaşayalım görelim Canboray.’’ yanıtını aldım. DEVA Partililerle sohbetlerimizde CHP ve İYİ Parti’ye nazaran halen dikkatli olmalıyız, seçim garanti değil gerçekçiliğini somut olarak görmek mümkündü. Gelecek Partisi cephesinde altılı masanın inşasında Ahmet Bey’in rolünün vurgulanıyordu, Gelecek Partisi’nin anketleri yanıltarak düşünüldüğünden daha fazla seçmeni AKP tabanından altılı masaya taşıyacağı yönündeki beklenti hakimdi. Ayrıca masanın uzun soluklu olması gerektiği konusunda vurgu kuvvetliydi. Demokrat Partililerde masanın korunması en önemli gündem maddesiydi, Saadet Partililerdeyse büyük bedeller ödeyerek altılı masada bulunuyor olmanın vurgusu hakimdi. Gazetecilerle sohbetlerimizdeyse genel itibariyle iki hakim görüş vardı. Kimileri masanın gecikmekte olduğunu, hızlanması gerektiğini, adayın kritik olduğunu, seçimin garanti görülmesinin sıkıntılı olduğunu vurgularken; kimileri masanın gecikmediğini, seçmenin son iki ayda karar verdiğini, adayın ‘çok kötü’ olmadığı sürece herkesin doğru kampanyayla kazanacağını vurguluyordu.

Peki ben ne gördüm ?

Umut verirken, düşündüren bir anayasa taslağı gördüm.               

Umut verirken, endişeleri de diri tutan bir toplantı gördüm.

Umutla endişenin dansını gördüm anlayacağınız.

Öncelikle titizlikle çalışılmış anayasa değişikliği önerisi için emek verenlere teşekkür etmek gerekiyor. Genel hatları itibariyle, büyük ölçüde katıldığım bir çalışma ortaya çıkmış. Ve fakat şu husus aklıma yatmıyor; yürütmede bakanlar kurulu öncelenirken, cumhurbaşkanına sembolik görevler atfedilirken niçin cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor ? 

Bu de facto olarak önemli sorunları beraberinde getirmez mi ? Madem ki uzun yıllar toplumun beklentilerini karşılayacak bir toplumsal sözleşme izindeyiz, öyleyse olası popülist bir cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmiş olmasına dayanarak yürütmenin asli unsuru olan bakanlar kuruluyla çekişmeye girmesi durumu sıkıntıları beraberinde getirmez mi ? 

Anayasa önerisinde ilkeler olarak hürriyetçilik vurgulanıyor, hakikaten genel taslak üzerinde özgürlükçü anlayışın izlerini görsek de halen siyasi partiler kanunun değişmesine yönelik bir irade, demode delege aracılığının kaldırılmasına bir yönelim, partileri özgürleştirme konusunda bir niyet görememiş olmak beni derin üzüntüye sevk ediyor. Partiler özgür olmadan, üyeler partilerine yön verecek kararları veremeden, memleketin siyaset kurumu özgür olabilir mi ? Gelecek tahayyülümüzde, siyasi partilerimizde statükoculuğu görmeye devam mi edeceğiz ? Hukukçu değilim, lakin anayasamızın 68.maddesinde çizilen çerçevedeki bir güncellemeyle ve bunun akabinde siyasi partiler kanununda yapılacak bir düzenlemeyle bu mesele halledilemez mi ? 

 

 

 

Bunlardan da öte her zaman söylediğim gibi altı partinin işbirliği fevkalade kıymetli, birlikte yaşayabileceğimiz bir memleketin inşası için bu irade altından değerli ve fakat toplum anayasadan, sistemden önce başka soruların yanıtlarını duymak istiyor. Enflasyon nasıl düşürülecek bilmek istiyor, bir kalıp peyniri nasıl daha ucuza alacak bilmek istiyor, ikinci ekmeği almaya kalktığında düşünmeyeceği günler nasıl gelecek bilmek istiyor, sığınmacı düğümü nasıl çözülecek bilmek istiyor, çiftçi elinde mahsul çürümeden nasıl ekim yapacak bilmek istiyor, emekliler torunlarına nasıl harçlık vereceğini bilmek istiyor. 

Bu sorulara yanıt arayan yüzen seçmenler için güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi ve bunun akabinde anayasa taslağı önerisi bugün motive edici unsurlar mıdır, inanın bilemiyorum. Altılı masa popülizm tuzağına da düşmeden seçmen önceliklerine dayanan çözüm reçetelerini kısa, anlaşılabilir, kavranabilir bir lisanla açıklamaya başlasa daha iyi olmaz mı ? Daha etkili olmaz mı ?

CHP’nin ekonomik vizyon belgesi için de benzer değerlendirmeleri yapmak durumundayım. Evet, gelecek yüzyılın inşası için iklim dostu bir ekonomi fevkalade önemli ama seçmenler bunu bugün mü duymak istiyor acaba ? Yoksa daha farklı sorulara ilişkin yanıtlarını mı arıyorlar ? Muharrem Bey de 2018’de Konya’da güneş enerjisi anlatmıyor muydu ? Bunun işe yaramaması bir gösterge değil mi ? 

Doğruyu söylemek kadar doğruyu doğru bağlamda, doğru zamanda, doğru araçla, doğru katılımcılara, doğru içerikle söylemek de önemli değil mi ? 

Seçimin cepte olmadığını düşünenlerdenim ve bu düşüncenin altılı masaya zarar vereceğini düşünenlerdenim. 

Bir de şu meseleye değinmezsem içimde kalacak; eşgüdüm kurulu nedir yahu ?

Altı parti ortak iradeyle, ülkeyi yönetmek üzere bir cumhurbaşkanı adayı çıkaracak, başarırsa makama seçtirecek ama onu karar almanın her aşamasında adına eşgüdüm kurulu denen altı liderden oluşan bir mekanizmaya bağımlı hale getirecek. 

Bunun içinde zat-ı alilerinin mağduriyet algısı yapması için, ajitasyon kasması için işine yarayacak ne ararsanız var. Vesayet çağrışımı mı istersiniz, güvensizlik mi istersiniz, iç çatışmaların dışavurumu mu isterseniz; ne ararsanız gırla…

Olacak iş mi Allah aşkına ?

Bu fikri yüksek sesle dillendirmenin dahi talihsiz olduğunu düşünüyorum. 

Yapmayalım böyle şeyler.

Tek adamlık devam etsin demiyorum, demem. 

Lakin tek adamlığın alternatifi altı insanlı eşgüdüm kurulu da değil, inanın değil.

Bu fikre sürecin inşasında münferit talihsizlik diyelim ve öyle olmasını umalım. 

Altılı masa kazanmak zorunda, kazanacağına da halen inanıyorum.

Ama diyorum ki altılı masanın en büyük rakibi zat-ı alileri değil. Altılı masanın en büyük rakibi kendisi.

Altılı masanın en büyük kavgası kendisiyle, kendisini oluşturan paydaşlarının beklentileri, çıkarları ve ihtiraslarıyla. 

Altılı masa kendisini yenerse, zat-ı alilerini pekala yener.

Bir de son olarak; dilerim pimpirikli olan benimdir.