Yüksel Durak


Ramazan Sohbetleri-4

MAZERET


O boğuk, o boğucu ses, dünyanın sonu gibidir Ali Ahmet için. Çocuk, anında sırtını döner, başını ellerinin arasına alır, gözlerini yumar ve dünyaya kapatır kendini. Korkar ve kaçar Ali Ahmet. Çok utanır ama her seferinde elinden başka bir şey gelmez.


 

Aynı anda annesinin komutları yayılır evin her yanına. Kadın, kucağındaki kızının el ve ayak bilekleri ile şakaklarını kolonya ile ovar. Kızının yüzüne sular “fiskeler.” 

Şaşar Ali Ahmet. Annesinin bu cesaretine, bu “kavi yüreğine” şaşar. Bir de annesine hiç yardımcı olmadığı, olamadığı için utanır.


 

Kız ayılır fakat kendisine gelmesi pek öyle kolay olmaz. Gözleri kocamandır. Beti benzi atmış, yüzü sararmıştır. Kadın güzelce yıkar kızının elini yüzünü. Şefkatle kurular. Somyaya yatırıp üstünü örterken okur üfler. Kız derin bir uykudan sonra ancak kendine gelecektir.


 

Ablasının hastalığının adını çok erken öğrenmiştir Ali Ahmet. Epilepsidir kızın hastalığı. Sara der birileri. Çocuk sara denmesini sevmez. Hele ablasından “saralı” diye bahsedilmesine çok kızar, öfkelenir. 

O zamandan öğrenmiştir Ali Ahmet; onun için hayatı boyunca hiç kimseye lakap takmamış, hiç kimseye lakabıyla hitap etmemiş, hiç kimseyi lakabıyla anmamıştır. 

Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir.”1 ayetini doğal yolla daha o zamandan öğrenmiştir.


 

Zaman geçer. Zaman geçer Ali Ahmet büyür. Ablası genç kız olur. Büyükler yaşlanır. Büyükler pek istemez zamanın geçmesini. Geçen zamanla birlikte eski günlerine öykünmeleri artar. Ama iyidir zamanın geçmesi Ali Ahmet’e göre. Geçmeseydi, hep aynı kalsaydı bazı şeyler çok daha zor olabilirdi.

Geçen zaman içinde doktorlara gidilmiştir. Ocaklara, yatırlara gidilmiştir. Kadim bitkisel tedaviler denenmiştir epilepsi için. İşte! Biri ya da bir başkası veya birkaçı iyi gelmiştir. Kızın nöbetleri azalmış, senede biri geçmiştir. Çare herkese göre değişiktir. Dualar iyi geldi diyen vardır, ocak, bitkisel ilaç diyen. Bilmek veya bilmemek mümkün mü? Kesin olarak bilinen şey, ablasının günde iki kez hap içme zorunluluğudur.


 

Zaman geçer, yine bir Ramazan gelir. Bu Ramazan ben de oruç tutacağım der Ali Ahmet’in ablası. Baba bir şey diyemez, yutkunur. Anne endişelenir. Günde iki kez içmesi gereken ilacı vardır kızın ve ne yaparsan yap biri oruç zamanına denk gelir. 

Hapını mı bırakacaksın der büyük abla. Hayır der kız, susuz yutacağım gün içindekini. Abi olur mu der, vücuda alınan içecek, yiyecek, ilaç ve benzeri bozmaz mı orucu?

Bilenlere sorulur. Hap yutarak oruç tutulmaz denir büyük çoğunlukla. Kararlıdır kız ve o bir şeye karar verdiğinde vazgeçirmek imkânsıza yakındır.

Olmaz der Ali Ahmet, kendi kafana göre susuz içemezsin hapını, doktora danışmak gerek. Ona da hayır der kız. Kararlıdır, tutacaktır. 

Çocuğun “zorunlulukların yasak olan şeyleri serbest hale getirdiğinden”2 haberi yoktur. Kamer Suresinde dört kez geçen “kolaylaştırdık” ifadesini de bilmez. Henüz “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin!”3 sözünü de duymamıştır. Ama henüz kirlenmemiş bir çocuk yüreği vardır. Tertemiz bir vicdan… 

Suyla içeceksin hapını der ablasına, bir bardak su gerekse bir bardak, yarım bardak gerekse yarım bardak suyla iç-çe-cek-sin.


 

Böyledir bu işler aslında. İster fıtrat de ister yaradılış ya da doğal olan de. İnanan ve isteyen bir insan, bir şeyin nasıl olabileceğine bakar, mazeret aramaz, bahaneler aramaz, bahanelere sığınmaz.


 

O yıl orucunu tutar kız. Hapını nasıl içtiğini de kimse bilmez. O konuşmadan sonra bu konu bir daha konuşulmaz. Tam altı yıl orucunu tutar kız, ta ki son krize kadar.

Ramazan değildir. Yılın herhangi bir günü, herhangi bir vakit. Hastanelik olur Ali Ahmet’in ablası. On binde bir görülen bir kriz alıp götürür kızı. Artık nöbet endişesi yoktur. Artık oruç tutma meselesi kalmamıştır.


 

Zaman geçer. Bazı şeyler inanılmaz bir biçimde değişmiştir. Bazı şeyler hiç… Ali Ahmet, televizyonda sahur ve iftar programlarına bakar arada. Ama arada… Şaşırır çünkü… Bazen öfkelenir. Öfke Müslüman huyu değildir. Öfkelenmek hepten yasaktır Ramazan’da.

Neyse ki “sakız çiğnemenin orucu bozacağını” öğrenmiştir insanlar sonunda. Artık bu konuda pek soru gelmemektedir. Ama hastalık konusuna takılmıştır Ali Ahmet son Ramazanlarda. 

Televizyonların ünlü hocaları “hastaların”4 oruç tutamayacağı konusunda hemfikir ama… Aması var. Kişinin oruç tutup tutamayacağına kendisi karar veremez. Bir doktorun karar vermesi gerekir diyorlar. Hem bu doktor, öyle sıradan bir doktor olamaz. Dini bilgisi olması gerek ve dine saygılı olmalı. Hatta dini bütün bir doktor olmalı. Bu gidişle -korkarım- dini bütün bir heyetten tam teşekküllü bir sağlık raporu gerekecek.

Kim bilir, belki de “pimpiriktir” Ali Ahmet.


 

1 Hucurat/11, DİB meali

2 “Zaruretler memnu olan şeyleri mubah kılar” genel hukuk kuralı ile ifade edilen mubahlık (Mecelle, md. 21) zarurete bağlı tehlikenin sona ermesiyle birlikte kalkar, haramlık ve yasaklık geri döner. “Bir özür için câiz olan şey o özrün zevâliyle bâtıl olur” kuralı (Mecelle, md. 23) bunu ifade eder. (İslam Ansiklopedisi)

3 Hadis; Buhari, Sahih, K. İlm bab 11, K. Ahkâm bab 22

4 Bakara Suresi/184