Efendi Barutçu


SİNAN’A... 2

Sevgili Sinan, ilk tanışmamızdan kısa süre sonra Ankara Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü kazandığını sevinçle öğrenmiştik. Ankara’ya gelir gelmez seni, Türkiye Yazarlar Birliği’nin yazar okuluna göndermiş ve şöyle demiştim: “Sinan, bizim mücadelemiz kelâmla ve kalemledir. İlk önce buraya git, bir makale nasıl yazılır, bir kitap nasıl incelenir öğren” demiştim..."


Efendi Barutçu 02 Ocak 2024

Sevgili yiğidim;

İlk nerede, nasıl tanıştığımızı hatırlar mısın? 2002 ağustos ayıydı. MHP Genel Başkanının erken seçim çağrısı üzerine 3 Kasım 2002’de yapılacak olan genel seçimlerde gençlik yıllarımızdan sevdamız olan Bursa’dan aday olmak maksadıyla -sonucu önceden belli- ön seçimlere katılmak üzere Bursa’ya gelmiştim. 

Değerli arkadaşımız, ülküdaşımız iş adamı Alper Cesur Bey’in Fevzi Çakmak Caddesindeki bize tahsis ettiği yazıhanesinde bir grup arkadaşımızla sohbet ediyorduk. İçeriye bıyıkları yeni terlemiş iki kara yağız delikanlı girmişti. Hemen kalkıp: -Ooo! Gençler hoş geldiniz diyerek sizi karşılayıp içeri odaya davet etmiştim. Tanıştık, o gençlerden biri sendin. Hâlâ hatırladıkça duygu seline kapıldığım ilk sözün: “Ağabey siz bizi tanımazsınız, biz sizi babalarımızdan, amcalarımızdan çok duyduk. Size nasıl yardımcı olabiliriz, onu sormaya geldik.” idi.

Daha sonraki aylarda şöyle demiştin: “Doğrusu biz size gelirken, Efendi Barutçu bizi tanımaz bilmez, kaale bile almaz, belki de görüşmek istemez tereddütleriyle gelmiştik. Hiç beklemediğimiz o sıcak karşılamanız, gönlümüzde size karşı çok samimi duyguların oluşmasına sebep olmuş ve kendi kendimize, bu adam farklı biri. Bizim yaşıtımız gençleri “çanta taşıyıcısı” olarak kullanmaya kalkan bazı kerameti kendinden menkul siyasetçilere benzemiyor’’ demiştik.

Birkaç gün sonra yapılan ön seçimlerde delegelerin toplandığı kapalı salonun girişinde bir grup arkadaşın ve yeğenin Selman’la delegelere su dağıtmış ve anasayfasında benim aday adaylığımı fotoğrafımla birlikte birinci sayfadan “Efsane Geri Döndü” manşetiyle yayınlayan Ortadoğu Gazetesi’nin o günkü nüshasını delegelere dağıtmıştınız.

Sevgili Sinan, ilk tanışmamızdan kısa süre sonra Ankara Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü kazandığını sevinçle öğrenmiştik. Ankara’ya gelir gelmez seni, Türkiye Yazarlar Birliği’nin yazar okuluna göndermiş ve şöyle demiştim: “Sinan, bizim mücadelemiz kelâmla ve kalemledir. İlk önce buraya git, bir makale nasıl yazılır, bir kitap nasıl incelenir öğren” demiştim. 

Üniversiteden mezun olduktan sonra TBMM ve Balgat’ta parti genel sekreterinin danışmanlığını yaptığın yıllarda her vesileyle bu yazar okulundan öğrendiklerinin sana çok faydası olduğunu, kanun teklifleri, kanun tasarıları, gensoru önergeleri hazırlanırken, genel sekreterin basın açıklamalarını yazarken de bu bilgi ve tecrübeden çok faydalandığını hatta başka milletvekillerinin danışmanlarına da bu konuda yardımcı olduğunu söylerdin.

Üniversiteye başlar başlamaz okumak üzere sana verdiğim ilk kitaplar, Prof. Dr. Osman TURAN hocanın iki ciltlik Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi ve diğer eserleriydi. Sonra Prof. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU hocanın, Prof. Dr. Mehmet ERÖZ hocanın, Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU hocanın, Prof. Dr. Muharrem ERGİN hocanın, Hüseyin Nihal ATSIZ Bey’in, Yahya Kemal’in, Ahmet Hamdi TANPINAR’ın, Remzi Oğuz ARIK’ın, Nurettin TOPÇU’nun, Arif Nihat ASYA’nın, Samiha AYVERDİ’nin, Halide Nuret ZORLUTUNA’nın, Emine Işınsu ÖKSÜZ’ün, Nihat Sami BANARLI’nın başta Türkçe’nin Sırları kitabı olmak üzere bütün kitaplarını, Prof. Dr. Mehmet KAPLAN’ın, Prof. Dr. Mümtaz TURHAN’ın, Seyyid Ahmet ARVAS’ın, Yavuz Bülent BAKİLER’in, Abdurrahim KARAKOÇ’un, Bahaeddin KARAKOÇ’un, Nevzat KÖSOĞLU’nun, Mehmed Niyazi ÖZDEMİR’in, Prof. Dr. Erol GÜNGÖR’ün, Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ’ün, Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL’ın, Yağmur TUNALI’nın, Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU’nun, eserlerini, mutlaka bir Kur’an Meali ve Kur’an tefsir’i, İslam ilmihali ve Maturid’iye Akaidi ve fikrî şahsiyetimizin gelişmesinde çok büyük emekleri olan birçok hocamızın, fikir adamının neredeyse bütün eserlerini okumanı öğütlemiştim. Yanında mutlaka bir Osmanlıca-Türkçe Sözlük, bir Türkçe Sözlük, bir imlâ kılavuzu bulundurmanı tembihlemiştim ve sen de bütün bu yazarları okumuştun. 

Seni bir üniversitede hoca olarak görüp, Türk gençlerini millî tarih şuuru doğrultusunda imanlı ve vatanperver, bilgili ve şahsiyetli kanaat önderleri, aydınları olarak yetiştirmeni hayal ediyorduk. Nitekim ileride bunda da muvaffak olacaktın.

Üniversitede öğrenci iken bir hocayla tartışmanız ve aranızda bir tatsızlık yaşanmıştı. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünde yüksek lisansını tamamladıktan sonra o yıllarda arkadaşlarınla yayımladığın “Son Kale” dergisinden birkaç nüsha alarak o hocayı ziyaret edip, bakın hocam biz böylesine faydalı işlerle uğraşıyoruz, demeni istemiştim. 

Sevgili Muhammed Sarı’yı dün akşam telefonla arayarak bir kere daha teyid ettirdim. Muhammed’le beraber gitmişsiniz, o kapıda beklemiş sen odasına gidip dergileri bırakmışsın. Giderken Muhammed’e demişsin ki: “Efendi ağabeyimin ricası ve hatırı olmasa ben bu adama dünyada gelmezdim.” Benim maksadım da aranızdaki tatsızlığın giderilmesiydi. Meğerse adam Yezid mizaçlı ve deve kinliymiş. 

Daha sonra aynı fakültede doktora yapmak üzere müracaat etmiştin. Ben de bir haksızlığa uğramaman için Gazi Üniversitesi’nin o tarihteki rektörü, değerli arkadaşımız, Prof. Dr. Rıza AYHAN Bey’i ziyaret ederek ismini vermiştim. Rıza hoca, yanımda fakülte dekanını arayarak, sana sahip çıkılmasını rica etmişti. Ertesi gün de bir toplantı için yurt dışına çıkacağını söylemişti. 

Sınav sonuçlarında kazananlar arasında ismini görememiştik. Daha sonra öğrendik ki aynı fakültede öğretim üyesi olan, dergilerle ziyarete gittiğin Bülent Ersoy isimli namert, sınav komisyonu başkanına seni kötülemiş ve sınavda başarılı olmana rağmen listeden ismini çıkarmışlar. Yurt dışından dönen Rıza Ayhan hocaya gidip sitem ettiğimde -yine yanımda- ilgilileri arayarak, benim ismini verdiğim bir gencin doktorasına nasıl mâni olursunuz, diye azarladığının şahidiyim ama iş işten geçmişti. 

Bu haksızlık üzerine, kız öğrencilerine uygunsuz tekliflerde bulunmak gibi kötü bir şöhrete de sahip bu nabekârı, arkadaşların bir güzel cezalandırmak istemişler. Ama ben hocalık unvanından dolayı onu çoktan hak ettiği bir dayaktan kurtarmıştım. 

Neyse ki Hacettepe Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsünde Prof. Dr. Mustafa Yılmaz hocanın yanında doktoraya başlamıştın. Doktora tezini verdikten sonra başarını kutlamak için doktora tez hocan Prof. Dr. Seyfi Yıldırım Bey başta olmak üzere komisyon başkanı ve üyeleriyle birlikte seni de Balgat’ta Vasfi Usta’da yemeğe davet etmiştim. 

Devam edeceğiz…