Türkiye siyasetçisinin ve buna bağlı olarak siyaseti anlama ve anlamlandırmaya çalışan akademisyen, düşünce insanı, eli kalem tutan kalemşor ve medya cambazlarının sık sık referans olarak verdiği veya kullandığı iki kavram var.
Bu kavramlar, Muhafazakarlık ve Kemalizm.
Muhafazakar ve Kemalist olanlar için bu kavramlar söylemek istediklerini ve söylemlerini güçlendirmek için hazır olmalarının yanı sıra bir o kadar da şablon kavram olarak kendilerine kolaylık ve konfor alanı sağlıyor.
Ancak bu kolaylık ve konfor alanı oldukça problemli, çünkü mesele beklendiği kadar basit ve anlaşılır değil.
Bu iddiaya göre, muhafazakarlık sosyolojik ve siyasi olarak Kemalizme karşı güçlü bir damar ve rakibine karşı ciddi itirazları var.
Aynı iddia Kemalistler içinde geçerli ve onlarda İstiklal Savaşını veren ve bu zorlu mücadeleyi zaferle sonuçlandıran başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere silah arkadaşlarının zafer sonrası aldıkları kararları sorgulanmaktan muaf bir keyfiyete sahip olarak görülüyor ve bir takım “Gerici/yobazları” saymazsak milletin kahir ekseriyeti tarafından onaylanmış karar ve uygulamalar olarak görülüyor.
Peki durum gerçekten böyle mi?
İşte bu yazı da bunu tartışmaya çalışacağım.
Burada İdris Küçükömer'in “Düzenin yabancılaşması kitabında yaptığı sağ-sol tanımlarına değinmeyeceğim.
Elbette Küçükömer, tespitlerinde haklıdır ve tespitleriyle bir ezberi bozmuştur.
Bu ayrı bir konu ve burada bundan daha fazla bahsetmeyeceğim.
Toplumda Muhafazakarlık ve Kemalist anlayışların elbette bir karşılığı var.
Ancak bu kavramların taşıdığı değer ve önem, ne muhafazakarların muhafazakarlık tanımı, ne de Kemalistlerin Gazi Mustafa Kemal ve kurucu ilkelere yüklediği anlam ile birebir örtüşmektedir.
Siyasetçi ve diğerlerinin yaptıkları sadece ezberdir ve bu ezberler toplumu anlamak ve tanımlamakta bir çok yanlış barındırmaktadır.
Ülkemizde yaşayan dindarlar, siyasetçilerin tanımladığı ve işlerine geldiği gibi kullandığı “muhafazakar” tanımının içine hapsedilmektedir.
Oysa bahse konu muhafazakarların çoğunluğu zihniyette muhafazakar, pratikte liberaldir değerler yerine fayda ve çıkara göre davranmaktadır.
Kemalistlerde benzer şekilde davranmakta politikaları ve söylemlerinin içeriğini toplumun kahir ekseriyetinin kendisiyle sorunu olmayan M. Kemal üzerinden meşrulaştırma çabası içindedir.
Meselenin kötü tarafı şu; her iki taraf da sadece meşruiyet arayışı için bu değerlerden güç alma peşindedir.
Çabaları bununla sınırlı kalsa mesele değil.
Mesele, toplumu kendi kalıpları içine hapsetme ve tarafların değişmeyeceği tezi üzerinden siyaset yapmaları, toplumsal bölünmenin kolaylığından istifade etmek için politik tutum almaları ve söylem geliştirmeleridir.
Bu niyet ve çabalar, toplumda ayrışmayı beslemekte ve kalıcı hale getirmektedir.
Siyaset erbabının “Toplumsal barış ve özgürlük” yerine iktidarların her sıkıştığında başvurduğu “Milli birlik ve beraberlik” söylem ve politikalarıyla toplumu zapt-ü rapt altına almak, devletin yasal aparatları ve kurumları ile istedikleri gibi biçimlendirmekten fayda ummaktadırlar.
Oysa, içinde yaşadığımız toplumu gözlemlediğimizde siyasetçiler ve akademisyenlerin söylediği gibi ortada statik bir toplum ve değerler görünmüyor.
Yani, ne muhafazakarlar sanıldığı gibi muhafazakar, ne de “Atatürk'ü” sevenler Kemalist ideoloji gibi katı ideolojik yaklaşım içindeler.
Hayat, bunlara rağmen başka bir yönde devinim halinde akmaktadır.
Soru şu, neden siyasetçiler toplumsal dinamikleri doğru okuyarak politikalarını buna göre yapmıyorlar?
Yapamazlar çünkü, varoluşlarını temellendirecek yeni ilkeler oluşturmak zordur ve bunun yerine bugüne kadar var olan tanımlar üzerinden siyaset yapmanın konforundan faydalanmak kolaylarına geliyor.
Haksızlık etmeyelim, zaman zaman da olsa toplumda değişik içeriklere sahip farklılıkları kapsayacak retorikler arayan ve ANAP'ın “Dört eğilimi” birleştirme söylemiyle dillendirdiği de göz ardı edilmemelidir.
Buna rağmen bu toplumsal talep iddia sahibi partiler tarafından geliştirilmemiştir.
Hatırlayalım, Ak Parti kuruluşunda da benzer arayış ve söylemler vardı ve o vakitler bir hayli değer de veriliyordu.
Bu da bize gösteriyor ki, esasen toplumun büyük çoğunluğu farklılıklar üzerinden ayrıştırıcı siyaset istememekte, siyaset tıkandığında anahtar bu istek olmakta, demokratik tutumdan medet umulmaktadır.
Böyle olmasına rağmen siyasetçiler, toplumdaki farklılıkları kabul etmek, demokrat tutum sahibi olmak yerine, farklı psikolojik yaklaşımları tahkim ederek ayrışmayı körüklemekte, toplumun fay hatlarıyla oynamaktadır.
Hele, 22 yıllık Ak Parti iktidarı son yıllarında var olan farklılıkları bir nevi kamplaşma diyebileceğimiz seviyelere taşımıştır.
Bu ayrışmadan istifade etmek isteyen, Kemalist, Muhafazakar, Milliyetçi siyasetçiler ayrıştırıcı konfor alanından faydalanma arayışındadır.
Son yerel seçim sonuçları dikkate alındığında, yeni sosyolojik durum ve tutuma göre siyaset yapmak, toplumu ayrıştırmadan yönetmeye talip olduğunu göstermek, öncelikle sosyal barışı güçlendirecek politikalar olmak üzere ülkenin gelişmesinin önünü açarak toplumsal barış iklimini kuvvetlendirecek politika üretmek CHP'nin omuzlarındadır.
Toplum, oluşan kaostan, yaşamak zorunda kaldığı yılgınlıktan, bıkkınlıktan kurtulmak için yerel seçimlerde CHP'ye güven mesajı vermiştir.
Umarım CHP bu mesajı almıştır ve gereğini yapmak için sorumlu davranır, ezberlerin verdiği konfor alanının kolaycılığına tevessül etmez, toplumda oluşturulan veya oluşturulmak istenen “toksikli” alanların oluşturduğu tuzağa düşmez, toplumu rahatlatacak zihni performansı gösterir ve politik çözüm üretir.
Bunun için biraz cesaret ve işbirliğine açık olması yeterlidir.
Zira bu işbirliğiyle var olan psikolojik bariyerler, taraflar arasındaki farklılıkları aşmak için oldukça zayıflamış durumdadır.
Bize böre bu imkan, mutlaka fırsata dönüştürülmelidir.
Toplumun CHP'den beklediği budur.