İki soru geldi. Aracı olan şahıstan dolayı ciddiye aldım ve cevaplamaya çalıştım.
SORU 1: Uygur tababetinde; “Kâinat yaratılıştan önce sıcak soğuk yaratılmıştır, bu keyfiyetler bir birileri karışarak madde oluşmuştur” diye geçiyor. Bu konuda görüşünüz nedir?
SORU 2: Benim derslerimde çok konuştuğum bir söz var; “Dünya, kâinatın dengesini sağlayan bir gezegendir”, buna ait görüşünüz nedir?
ÖNCE KÂİNAT (EVREN, KOZMOS) NE? ONA BAKALIM
Evrenin yaratılışı, ancak evrene bakılarak anlaşılır. Evrenin “Büyük Patlama (Big Bang)” adı verilen bir olay sonunda meydana geldiği kabul edilir.
Big Bang teoremi, evrenin ve keza uzay-zamanın yaklaşık 13,8 milyar yıl önce büyük bir patlamayla oluştuğunu söyleyen kozmolojik modeldir. Elimizdeki deneysel veri ile en iyi uyuşan model olmakla birlikte, diğer alternatif modellerin aksine hiçbir gözlemle çelişmemektedir.
Fakat Big-Bang teoremi bu büyük patlamanın neden olduğunu, nasıl olduğunu veya bir öncesi olup olmadığını varsa öncesinde ne olduğunu veya neyin patladığını söylemez, sadece patlamanın sonuçları ile ilgilenir.
BİG-BANG’DEN ÖNCE NE VARDI?
Zaman yok, mekân yok, madde yok, yok bile yok. “Yok”un olması için “Var”ın olması lazım.
Ama yine de bir şey vardı: Bir Yaratan vardı ve yaratılan… Allah yoktan da yaratandı, vardan da…
Big-Bang olmadan önce Yaratan Allah ne yapıyordu?
“Kulle yevmin hüve fi şe’ni (Rahman 55:29).” O her an iş başındadır. Bu ayet yeter bence…
HİÇBİR ŞEY YOKSA, BİG-BANG’DE HANGİ MADDE PATLADI?
Bu sıfır zamanın maddesi sadece bir noktacıktı; Tanrı parçacığı diyorlar, ya da bulanın adına izafeten Higgs Bozonu. Evrenin kendisinden oluştuğu madde, yaşam parçacığı… Varsayıma dayalı kuvvet taşıyıcı parçacık. İlahi veri tabanımız “Levhi Mahfuz” ile 4 boyutlu evreni bağlayan halka.
Sıfır zamanında evren tekillik durumunda, madde yoğunluğu sonsuz… Madde tekilse, zaman kavramı kaybolur.
Higgs parçacığının patlamasıyla kuarklar (atomdaki en temel parçacık) oluştu, kuarklar da elektronlara kütle kazandırdı. Böylece bozon, kuark, lepton (atomun yapı taşları) dizilişi, ışıktan atoma, insandan galaksiye evrendeki her bir maddeyi oluşturdu.
İnsanlık bu ilk tanrı parçacığını merak ediyor. Acep ne ki?
Araştırıldı. CERN (Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi) deneyleri yapıldı 9 yıl süreyle, bu parçacığı elde etmek için. Yerin 100 m altında 27 km uzunluğundaki çember şeklindeki tüplerde proton parçacıkları hızlandırılarak çarpıştırıldı ve ortaya çıkan çok yüksek enerjinin big-bang’ten hemen sonraki devreye benzerliğinden hareketle; ilk madde, karadelik, anti madde vb. gibi sorulara cevap bulunacağı düşünüldü.
CERN deneyi 2008’de başladı, 2017’de sonuçlandı, Higgs Bozonu bulunamadı!
Çünkü antimadde ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra kendi kendini yok ediyordu: Sonuçta dediler ki; “Fakat evren oluştuktan sonra neden kendini niçin yok etmemiş anlayamadık. Bu sebeple onun hiç var olmamış olması gerektiği sonucuna ulaştık: Evren aslında hiç var olmamalıydı!"
Maddeye “OL” emrini verip, onu oluş sürecine sokarak evrimsel tekamülü başlatan sahip unutulmuştu. Belki bir gün hatırlanır…
İLK SORUDA, “Uygur tababetinde; “kâinat yaratılıştan önce sıcak soğuk yaratılmıştır, bu keyfiyetler bir birileri karışarak madde oluşmuştur” ifadesi var.
Sanırım sevgili Uygur kardeşlerimizin biraz mitolojiye dayalı bir ifadesi bu. Mitoloji kültür olarak iyidir, hoştur ama çoğunlukla gerçek değildir, bilim hiç değildir.
En kestirme cevapla aslında “fizikte soğuk yoktur” denebilir. Zira ne kadar soğuk olursa olsun her bir maddenin yine de bir “sıcaklığı” vardır. Mutlak soğuk -273 0C’dir, ama buna da hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
Sıcaklık sadece bir gösterge, ısı ise enerjidir. Başka bir deyişle sıcaklık, maddeyi oluşturan atom ve moleküllerin ne kadar şiddetli titreşim yaptığının ortalama değerini gösterirken, ısı; sıcaklık farkından dolayı sıcak cisimden soğuk cisme aktarılan enerjidir.
Aktarılan ısı enerjisiyle birlikte cismin iç enerjisi, buna bağlı olarak da sıcaklığı değişir. Sıcaklık ne kadar yüksekse atom ve moleküller o kadar büyük genlikle titreşir. Bir durum demek olan sıcaklık Celsius (oC), Fahrenheit (oF) veya Kelvin (K) gibi birimlerle ölçülürken, ısı; enerji birimleri olan joule veya kalori ile hesaplanır.
Dolayısıyla mutlak sıfır denilen -273 derece (veya 0 Kelvin) değerine ulaşılamadığı sürece her madde bir miktar sıcaktır.
Yani sıcaklık ve soğukluk ayrı ayrı şeyler olmayıp, birbirlerine karıştırılamaz. Kâinatın olmayan bir şeyden yaratıldığını söylemek de ciddiye alınmaz.
Peki bizim günlük yaşamda deneyimlediğimiz soğuk ne? O da aslında yine sıcaklığı sahip ama bizim vücudumuzun alıştığı sıcaklık değerinin altına düştüğünde (kabaca oda sıcaklığı), beynimiz bunu üşüme hissiyle yorumluyor. Bu hissin neden geliştiği de evrimsel süreçlerle ilgilidir; vücut sıcaklığımızın niçin hep 36,5 0C olması gibi.
Kuzey Buz Denizinde -20 0C’de yaşayan beyaz Kutup Ayılarının, kendilerini soğutmak için buzlar üzerinde yuvarlanmalarını hatırlayın. Bize göre dondurucu olan, kutup ayılarına göre yakıcı olmaktadır. Soğuk ve sıcak; kime göre, neye göre…
2. SORUDA; “Dünya, kâinatın dengesini sağlayan bir gezegendir” deniliyor.
Minik dünyamızın, evrenin (kâinat) dengesini hangi özelliğiyle ve nasıl sağladığını, anlamadım.
ÖNCE EVREN DENİLEN VARLIĞA BAKALIM
İçinde bulunduğumuz evrende 400 Milyar Galaksi var, her galaksinin de 400 milyar Güneş Sistemi… Her güneş sistemi onlarca gezegene sahip. İlaveten her saniye yeni bir galaksi oluşuyor. Ve bizim evrenimiz büyük bir hızla hareket ediyor. Bu sadece bir evren. Ayrıca Paralel Evrenlerden söz ediliyor.
Kabaca bir hesapla kâinatta 16 üssü 25 sayıda gezegen var (16’nın yanına 25 adet sıfır koyup öyle okuyun).
“Bu kadar büyük ve çok yıldız ve gezegenin olduğu evrende, dünyamızdan daha başka hayat olan yerler var mı?” Sorusu akla gelebilir. Bu sınırsız kâinatta daha başka dünyaların olması fikri, hiç de yabana atılacak gibi değil. Ama henüz bilmiyoruz, belki vardır.
GELELİM DÜNYAMIZA…
Bizim dünyamız evrenin 1/16 üssü 25’de biri. Büyüklük olarak zerre bile değil. Yani kütle olarak kâinatın dengesini sağlayamaz.
Kaldı ki, dünyamız, bizim güneş sistemimize dahil bilinen 8 gezegenden biridir ve varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu her olayda güneşe bağlıdır. Gece, gündüz, mevsimler, iklimler, sıcaklık, fotosentez için gereken enerji vb. vb.
Yörüngesi bellidir, hızı bellidir, eğimi bellidir ve bunların tamamında güneşe bağlı ve bağımlıdır.
Yani dünyamız kendi başına yaşayamaz. Değil kâinatın dengesi, güneş olmazsa kendisinin bile dengesini sağlayamaz.
YOKSA, KÂİNATIN DENGESİNİ SAĞLAYAN DÜNYADAKİ İNSAN MI?
Önce insan kim, ona bakalım:
“Hani, senin Rabbin melaikeye “Ben yeryüzünde bir halife atamaktayım dediği zaman da şöyle sormuşlardı: “Yeryüzüne fesat çıkarmakta ve kan dökmekte olan birini mi atayacaksın; üstelik biz seni övgü ile tesbih ve takdis edip dururken?” (Allah) cevap verdi: “Şu kesin ki, ben sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim (Bakara 2:30).”
İnsan, insan olmadan önce de vardı: İnsansı… Ya da ön insan. Kur’an insanın bu bedensel halini “beşer” olarak ifade eder.
İnsanın sureta insan, sireta (yapısal) vahşi olan bu hali çok uzun yıllar devam etmiştir. Hem de milyonlarca yıl. Sadece tek bir tür değil, 40’a yakın tür halinde.
İnsanın adı sanı anılan bir varlık oluncaya kadar üzerinden çok ama çok uzun yıllar geçmesi gerekecekti:
“İnsanın üzerinden, (o tarih sahnesine çıkıncaya kadar), tüm zamanlar içinden belirsiz ve uzun bir süre geçmemiş miydi (ki), henüz o (bu süre zarfında) anılmaya değer bir şey bile değildi (İnsan 76:1).”
Çok uzun yıllardan sonra 40 civarındaki bu insansı türlerden sadece birine Rabbimiz ruh üfledi ve ruhla birlikte “akıl, irade, vicdan ve bilinç” yükledi:
“Daha sonra onu yaratılış amacını gerçekleştirecek bir donanıma sahip kılarak Kendi ruhundan üflemiştir (Secde 32:9).”
Yeryüzünde fesat çıkartan ve kan döken insan, nasıl olacak da Kâinatın dengesini sağlayacak? Kaldı ki insan, kâinatın değil, sadece yeryüzünün sorumlusu olarak görevlendirildi.
İNSAN MAHLUKATIN EN YÜCESİ DEĞİLDİR
İnsan, halk arasında söylendiği gibi “eşrefi mahlûkat” değildir. Kur’an: “İnsanı, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık (İsra 17:70,” der, hepsinden değil. Demek ki insandan üstün başka yaratıklar da var.
İNSAN ALLAH’IN HALİFESİ DEĞİLDİR
Halife, selefi de gerektirir. Selef, öncekidir, geçip gitmiş demektir. Allah asla selef değildir, haşa…
Bir defa daha vurgulayalım, insan kâinatın değil, yeryüzü halifesidir.
İNSAN ALLAH’IN VEKİLİ DEĞİLDİR
Kur’an vekillik konusunda, “Hasbunallah ve Niğmel Vekil (Ali İmran 3:173).” dememizi öğütler: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. “Başka vekil aramayın” der.
PEYGAMBER DAHİL, İNSAN, İNSANIN VEKİLİ DEĞİLDİR
Kuran, Resul’ü sürekli uyarır: “Sen asla vekil olmazsın” diye.
“De ki: “Ben size vekalet etmekle yükümlü değilim (Enam 6:66).”
İNSAN ALLAH İÇİN VAZ GEÇİLMEZ DEĞİLDİR
Kur’an insandan bahsettiği her yerde onun, atık sudan, değersiz bir sudan, topraktan, çamurdan vb. yaratıldığından bahseder. Zımnen der ki: “Ey insan sana verdiğim onurun kıymetin bil. Sen asla Allah için vazgeçilmez değilsin, asıl Allah senin için vazgeçilmezdir.”
İNSAN ORGAN BAKIMINDAN İLKELDİR, PRİMİTİFTİR
İnsan morfolojik olarak eksiklikler varlığıdır.
İnsan organları belli bir fonksiyon için özelleşmemiştir. Onu soğuktan koruyacak bir tüy veya kıl örtüsü yoktur. Kendisini düşmandan koruyacak kadar çevik değildir. Kuş gibi uçamaz, maymun gibi ağaçlara tırmanamaz. Kartal gibi 300 m’den avını göremez. Sırtlan gibi dişleriyle kemikleri parçalayamaz. Timsah gibi bir nefes alıp, suyun altında 1 saat kalabilemez. Köpek insandan 400 kat daha fazla koku alır, 6000 kat daha fazla işitir.
Yani duyularının keskinliği pek çok hayvandan çok daha düşüktür. 9 aylıkken bile prematüre doğar, konuşamaz. Doğumundan uzun yıllar sonrasında dahi bakıma muhtaçtır.
Eksik doğduğu için hayatı boyunca öğrenmekle ve bunun için çalışmakla sorumludur. Onun için insan doğulmaz, insan olunur.
Eğer ruh üflenmeseydi derece olarak diğer canlılardan fazla bir farkı olmayacaktı. Ama ruha kavuştuğunda diğer bütün canlılardan olan farkı derece farkı değil;
- Varlık farkı,
- Apayrılık farkı,
- Bambaşkalık farkı olmuştur.
Ayrıca Sevgili Nebimizi örnek alarak alemlere rahmet olma adaylığına hak kazanmıştır.
Bu eksikliklerine rağmen insan Allah’ın en çok emek verdiği mahluktur, kat kat ikram ettiğidir, insan Allah’ın umududur. İnsan, ayetin kendisine indiği ayettir. Bu nimetlerin farkında ve şükründe olmalıdır.
Bizi olduğumuz gibi insan yaratan Rabbimiz. Sana bu halimizle şükrediyor, Seni sınırsızca övüyor ve çok seviyoruz.
İnsan olmamız dileğiyle…
Ankara, 11 Şubat 2024
Prof. Dr. Orhan Arslan