Muhsin Kafkas


TAHSİN ABİ

Kim bilir? Kimin duası ile ayaktayız. Kim bilir? Kimin iyi niyetinin mahsulleriyiz.


Artık yaşlanıyorum galiba.

Hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyor ve geçmekte.

Göz kapaklarım hafif nemli ve dert ile efkar yapıp,  beynimde garip bir zorlama meydana getiriyor.

Evet, yaşlılık alametlerinden olsa gerek.

Artık kaz ayaklarım belirginleştiğine, alnımın çizgileri EKG sorunsalına doğru inceden adım atmaya başladıktan sonra elbette yaşlanıyoruz.

Hadi sempatik deyimi ile yaş alıyoruz.

Geçelim hikayeme.

Kara, ufak tefek, kıvırcık saçlı çocuk parkta dedesinin de zorlamasıyla boyayacak ayakkabı peşinde hayallerine doğru avaz avaz bağırıyordu.

Boyyyalııım...

Boyyyalııım...

Bol cilalı, badem yağlı. 

Boyyalııım...

Boyyyalııım...

Aslında badem yağının da ne olduğunu da  bilmiyordu ya.

Arkadaslari öyle bağırıp müşteri topladığını görünce oda bu tarz bir çığırtkanlığa bürünmüştü.

Korkak ve ürkek bağırışları dışarıdan çok rahat hissedilebiliyordu.

Avazlarına ve boyyyalııım yakarışlarına garip bir ton sinmişti.

Yaşının ve bedenin çok üzerinde ağırlığı olan, kavak ağacından yapılmış boya sandığı o küçük ve cılız omzunu eski kemerden yapılmış kayış kesiyordu.

Dedesi evde sürekli bu oğlanı seyip (başıboş) alıştırma cümlesini annesine kuruyordu.

Annesine mecburiyetten kıyamadığı guzusunu çarnaçar göndermek zorunda kalıyordu.

Bigün söğüt ağacının altında parkın Cacabey Camii girişinin orada sandığının üzerinde yorgunluktan otururken zengin olduğu her hâlinden belli bir adam çıka geldi.

Bütün boyacılar adamın etrafına üşüştü.

Kara çocukta abi ben boya bilir miyim diye efendice sordu.

Kendinden yaşça büyük ve doğulu bir ayakkabı boyacısı karnına sandığının sivri yeri ile sert bir şekilde vurdu.

Oracığa kıvrana kıvrana oturuverdi.

İçin için ağlıyordu.

Babasının öldüğüne mı ?

Sahipsiz oluşuna mi?

Yediği dayağa mı?

Üzülecekti.

Gözlerinden yaş ardı ardına dökülüyordu.

Ama bu göz yaşlarını da kimseye gösteremezdi. 

Zayıflığı, küçüklüğü, sahipsizliği anlaşılmamalıydı.

Kalktı ve etrafa bir daha bakarak siftah yapmak için dolaşmaya başladı.

Peşi sıra üç ayakkabıyı boyadı.

Karnı da açılmıştı.

Annesi acıkınca bir şeyler yemeyi unutma diye tembihlenişti ya.

O aklına geldi.

Simitle karnı doymadı.

Tavuk döner alsa, paranın tamamını bitirecekti. 

O vakit temiz yüzlü olan boyacı arkadaşı Hasan’a sordu:

“Ne yiyebilirim ”diye.

Zaten çokta alternatifi yoktu.

Hasan ona Bakkal Naci amcanın yerini tarif etti.

Naci Amca haşlama yumurta ve yarım ekmek satıyor.

Ona git.

Tuz ve pul biberi istemeyi ihmal etme dedi.

Tam Bakkal Naci Amcaya giderken orta yaşlı temiz yüzlü biri omuzuna vurarak bak karşıda pencere de duran adam seni çağırıyor.

Ayakkabılarını boyatacak. 

Pencerede duran adam el işareti ve gel diye bağırdı.

Kösem Restoran yazan yere gitmeli miydi ? bilemiyordu.

Ama annesi bilmediğin yere gitme demişti.

Adam da ısrarla gel diye işaret yapıyordu.

40 ya da 50 metre yürüyerek ince ve dar basamakları olan merdivenden yukarı çıktı.

Oğlum gel buraya.

Senin adın Ulaş değil mi?

Diye sordu o adam.

Evet dedi.

Ben senin amcanın oğluyum.

Bundan sonra bu restoranda ayakkabıları sadece sen boyayacaksın dedi.

Ama önce yiyenime yemek verin karnı acıkmıştır  dedi.

O an gözleri parladı kıvırcık saçlı kara çocuğun.

Hem bedavaya yemek yiyecek hem parası cebimde kalacak hem de bir sürü zengin müşterinin olduğu Köşem Restoranda ayakkabıları boyacaktı.

Hiç tanımadığı biri ona sahip çıkmıştı.

Nasıl mutlu olduğunu kelimeler tarife yetmezdi.

İlk kez porselen tabakta sanki restoranın müşterisiymiş gibi patates ve pirinç pilavı yemeği geldi.

Yanına çatal ve kaşık ve ekmek.

İlk kez melamin tabaktan haricinde porselen tabaktan yemek yiyordu.

Sonradan Tahsin Abi olduğunu anladığım annemin amcasının oğlu öyle bir gönlünü feth etmişti ki duygularına kelimeler kifayetsiz kalırdı.

O derin sahipsizlik anaforundan birileri tarafından korunmanın  dayanılmaz güvenini yaşadı.

İYİKİ TANIDIM SENİ TAHSİN ABİ.

Pek görüşemesek de bende yerin bambaşkadır.

O babacan tavrın beni bambaşka yerlere götürdü.

Ve darda, zorda olanlara yardım hissini uyandırdı.

Allah işini gücünü rast getirsin. 

Sana uzun ömür versin.

UNUTMAYIN 

Hayatlara kucuk dokunuslar bambaska kapilar acar.

Kim bilir?

Kimin duası ile ayaktayız.

Kim bilir?

Kimin iyi niyetinin mahsulleriyiz.

##

EŞEK DEYİP GECMEYİN EFENDİM 

•Eşek bir defa gittiği yolu asla unutmaz, 

Bu yüzden değerli ve makbul kurban sayılan *develere kılavuzluk* yaparlar... 

•Eşek, bir mühendis gibi yokuşları matematiksel bir eğimle kastederek, kısa mesafeleri de virajlar alarak çıkar.

•Eşek, bir kere düştüğü çukura ikinci kez düşmediği gibi,

bir kere bastığı bataklığa bir daha basmaz... 

•Eşek, sıpasını doğururken kimseden yardım almaz, bakımını ve eğitimini kendisi verir... 

•Eşek, kendine iyilik yapanı da,

kötülük yapanı da asla unutmaz... 

•Eşeğin gözleri harikadır,

yakından bakınca içinde kaybolursunuz...

•Bu yüzden bazı insanımsı yaratıklara eşek demek,

eşeklere yapılmış hakaret olur...

BİR FIKRA

1950’li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye’ye.

Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler.

Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. 

O zamanlarda bizde yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok..

Nafia mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor

ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış.

Bunu gören Amerikalı mühendis, 

pratiği kavrayamamış ve sormuş:

– Ne yapıyorlar böyle?

+Rampada yolun güzergahını* belirliyorlar.

– Nasıl yani, anlayamadım?

+Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz,

biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergahı belirliyoruz. Demişler.

Amerikalı katılarak gülmeye başlamış.

Yatışınca da sormuş:

– Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz? 

Yetkili cevap vermiş:

+Amerika’dan mühendis getirtiyoruz...!!!