Metropollerdeki üniversitelerin ağzında bir “taşra üniversitesi” kavramı vardır… Biraz aşağılayıcı ve daha çok da beğenmeme merkezlidir bu bakış. Akademik meslek hayatının tamamını taşrada (12 Sene Elazığ, 30 sene Muğla) geçirmiş bir akademisyen olarak, “taşra üniversitesi” kavramının artık bir şey ifade etmediğini görüyor ve fiilen yaşıyoruz ama büyük şehirlerdeki üniversitelerde çalışıp kafalarında taşralılığı bir türlü atamayan yüzlerce akademisyen de sayabilirim. Neyse… O bahs-i diğer…
Biz “taşra üniversitesi” diye küçümsenen üniversitelere bakalım.
Ankara, İstanbul ve İzmir’deki üniversiteler “merkez üniversite” oluyor; diğer Anadolu şehirlerinde olanlar “taşra” ha?...
Üniversiteler, elbette öğretim üyesi kalitesiyle bir değer kazanırlar ama bunun tezahürü de üniversitelerin yaptıkları faaliyetlerde görünür.
Mesela Iğdır Üniversitesinin 2015 yılında gerçekleştirdiği sempozyum cesametinden bir sempozyumu, merkezlerdeki üniversiteler gerçekleştirmişler midir?
Muğla’da Zeybek Sempozyumu, Osmanlı 700 Sempozyumu, “Gibb Kollogyumu” ve “Türkoloji Yaz Okulu” gerçekleştirdi. 1992’de kurulan üniversitemizde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1994’te eğitim-öğretime başlayan bölümümüzde bu kadar faaliyet yapılmışken, bugüne kadar kılını kıpırdatmayan ve çok eski olan Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri bilirim.
“Taşra üniversiteleri”nden biri olan ve 27 Mayıs 2007 tarihinde kurulan Bitlis Eren Üniversitesi geçtiğimiz günlerde (3-5 Mayıs) “Uluslararası tarih, Küldür, Dil ve Sanat bağlamında Bitlis” başlıklı bir sempozyum düzenledi ve bilim dünyasına değerli bir katkıda bulundu. 16 yıllık bir üniversite ve Türkiye’nin bir ucundaki sempozyuma 285 tebliğ ile katılan akademisyenler oldu.
Bugüne kadar “Beş minare” ile bildiğimiz; biraz daha okuyup yazanların “İdris-i Bitlisi” ve Evliya Çelebi’nin “Kahvemi içtikten sonra fincanı koyacak düz yer bulamadım” dediğini bildiği Bitlis’te, 285 bilim adamı bir araya geliyor ve 3 gün boyunca bilimsel konularda tartışma yapıp bilim tarihine katkıda bulunuyor…
Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nin önderlik ettiği sempozyuma Türk Dil Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ce Tarih Yüksek Kurumu, Eren Holding, BEBAP, BETAV, Bitlis Valiliği, Tatvan ve Hizan belediyeleri ve daha birçok özel kuruluş destek vermiş. Sempozyumda çoğunlukla Bitlis ve çevresini odağa alan dil, edebiyat, tarih, sanat tarihi, kültür, sinema, resim, müzik, el sanatları ve sinema alanlarında 285 bildirinin sunulduğu sempozyumda 2 ayrı sergi de düzenlenmiştir.
Sunulan bildirilerden 150’den fazlasının yüz yüze, geri kalanın çevrimiçi sunulduğu sempozyum, katılımcıların çeşitliliği ve farklılığıyla da bilimsel niteliğe yakışır bir tablo ortaya koydu. 60 şehir, 89 üniversite, 70 fakülteden katılımın sağlandığı sempozyumda 46 profesör, 42 doçent, 40 Dr. öğretim görevlisi, 18 doktor, 24 yüksek lisans öğrencisi ve yazar, şair, öğretmen, uzmanlardan oluşan bağımsız araştırmacılar tebliğlerini sundu.
Açılış panelinde Bitlis Eren Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necmettin Elmastaş’ın “Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ve Uzaktan Algılama (UA) Kullanılarak Türkiye Çığ Risk Alanlarının Belirlenmesi” başlıklı bir sunum yapması sempozyumu özel kılan bir diğer nokta olarak kayıtlara geçti.
Düşünün… Daha düne kadar doğru-dürüst ulaşımın bile olup olamayacağı tereddüdü geçirilen Bitlis’te uluslararası bir sempozyum düzenleniyor ve 285 bildiri sunuluyor.
O yüzden ey koyu cübbeli merkez üniversitesi akademisyenleri… Önce kendi bölümlerinizi gözden geçirin. Kaç yıldır kurulmuşsunuz; kaç öğretim üyeniz var ve kaç sempozyum düzenleyip kaç kitap yayınlamışsınız? (Atama-yükselmelerde şart olmasa, kitap da yayınlamazlar ya… Neyse…)
İşte arkadaşlar… “Taşra” diye küçümsenen bir üniversitede neler yapılabiliyormuş gördük. Prof. Dr. Nurullah Genç ve ekibi, sayın rektör Prof. Dr. Necmettin Elmastaş’ın teşvikiyle Anadolu’nun ücra bir yerinde harikalar yaratabiliyormuş demek ki.
Bitlis Eren Üniversitesi örneği en taze bir örnek olarak önümüzde duruyor. Herkes, kendi üniversitesini, bu tür faaliyetlerle mukayese ederek değerlendirsin. Yoksa “taşra üniversitesi” kavramını Tuğba Tekerek gibi tek bakış açılı bir değerlendirme ile yanlıştan öte bir fecaat şeklinde değerlendirmek durumunda kalırız.