Yüksel Durak


TENDE CAN

Yaş biraz ilerleyince canın tende durması zorlaşıyormuş. Yaş biraz ilerleyince canın tende durmaması, uçup gidiverecekmiş endişesi artıyormuş.


Yaş biraz ilerleyince canın tende durması zorlaşıyormuş. Yaş biraz ilerleyince canın tende durmaması, uçup gidiverecekmiş endişesi artıyormuş. Yaş biraz ilerleyince insan, tenden uçup gidiveren canlara daha çok tanık oluyormuş. Benim tanıklığım hiç de az sayılmaz doğrusu; anne, baba ve kardeşler… Eş, dost, arkadaş, hısım, akraba… Bu kadar çok tanıklık alışkanlık getirmeli aslında. Bu kadar çok tanıklık, ölümün de hayat kadar doğal olduğunu öğretmeli aslında… Öğretiyormuş… Yine de insan her zaman, tam olarak ölümden korkmamayı öğrenemiyormuş... En azından içinde belki benim de yer aldığım bir kısmı. Mustafa amcanın canı da tene vedanın işaretlerini vermeye başlamıştı bir süre önce. Dimdik bir adamdı Mustafa amca. Kars’ın pehlivan yapılı bu yiğit insanı dimdik yürüdü, dimdik oturdu, dimdik konuştu. Ne hızlı ne de yavaş… Sakince konuşurdu Mustafa amca, tane tane. Muhatapları onu anlamakta zorluk çekmezdi. Tok sesi de cabası… Tam anlamıyla efendi bir adamdı Mustafa amca… Kibar ve nazik… Samimi ve içten… İngilizler tanısaydı onu, tek kelimeyle “gentleman/centilmen” derlerdi. Ata’nın göz bebeği kurumlardan biriydi Atatürk Orman Çiftliği… Çiftliğin çocukları olarak gözümüzün bebeğiydi AOÇ. Örnek bir kuruluş olarak ürün yetiştirmek, “halka sağlıklı ve hilesiz ürünler sunmak” AOÇ’nin misyonuydu. Yetiştirdi AOÇ… Envaiçeşit güzel ürün… Ama bir o kadar da insan yetiştirdi. Eskilerin demesiyle nev-i şahsına münhasır insan… Onlardan biriydi Mustafa amca. Belki çocukluğumuzda top oynadığımız tarlalardan bizi kovalayan… Masum haylazlıklarımızda bizi kollayan… Belki personelle -bekçilerle-, belki amir-memur ilişkilerinde zaman zaman sorunlar yaşayan… Ama çalıştığı kurumun kadrini bilen iyi bir emekçi, iyi bir arkadaş, iyi bir komşu… Yok, hayır! Hatasız, kusursuz, mükemmel bir insan demeyeceğim Mustafa amcaya. Melek değildi nihayetinde… Layuhti ya da layüsel de demeyeceğim elbette… Çünkü o bir insandı… Güzel bir insan… Yaş ilerlemiş, emekli olmuştu Mustafa amca. Yaş ilerleyince emekli tanıdıkları da artıyormuş insanın. Sonra bir zaman kendi de emekli oluyormuş. Öyle de oldu. Dünya telaşında görüşmeler azaldı. Son bayramda niyetlenmiştik Mustafa amcayı ziyarete. Kısmet olmadı, önümüzdeki bayrama dedik inşallah. Yaş ilerleyince yarının garantisi olmadığını daha çok bilmeli insan ama bazen bilmek de yetmiyor işte. İnsan, yaşarken bilmeli insanın kıymetini. İnsan yaşarken sevmeli… İnsan, hak edene yaşarken saygısını göstermeli. Biz Çiftlikliler, bunu başaran küçük bir grubuz işte. Toplamda kocaman yüreğe sahip küçük bir grup… Yaşarken de severiz, sayarız. Ama bunu ne kadar gösterdiğimizi en azından bir kere gözden geçirmeliyiz. Yaşı hayli ilerlemişti Mustafa amcanın. Duyduk ki canı tenden uçuvermiş. Son bir -belki iki- yılı saymazsak sağlıklı bir ömür yaşamıştı. Sonra hastalanmıştı. Hastalığı pek yakıştıramadık. Ama kimse bize sormuyordu bu işleri. Neticesinde uçuvermişti işte tenden can. Yunus Emre’nin “uçmağına” varması dileğiyle dualarımız. Arkasında güzel insan Şeyda teyzeyi bıraktı. Sevgili Turgay’ı bıraktı. “Babamı ölmez sanıyordum” diyen Nuran kardeşimi. Tabii, şimdi acının sıcağıyla bilemezsin kardeşim. Yaşadığın ilk acıda hemen bilemezsin. Toprağın şefkatli bağrına verilir belki ama babalar ölmez kardeşim.