Batılıların 19. asır ortalarından itibaren Türkoloji'ye merak salıp Türklük konusunda çalışmalar yapması doğrusu bizde kuşku uyandırıyor. Hatta bu işin içinde bir bit kemiği var dedirtecek cinsten bir kuşkudur bu. İşte görüyorsunuz oryantalistlerin el atmadığı hemen hemen yok gibidir, havayı iyi kokladıkları o kadar açık ve net ki, üstüne vazife olmadıkları meselelerde kendilerine vazife çıkarabiliyorlar.
Sakın ola ki, oryantalizmde neymiş deyip hafife almayalım, bir kere bu akım tarihten bugüne, yani sömürgeci batının doğuda var olan tüm potansiyelini kullanıp onları güya kendince kontrol altına alarak ya da gelecekte batı için tehdit olacak tüm argümanları silip süpürme gayesi güden bir toplumsal mühendislik projesinin adıdır oryantalizm. Belli ki bu proje doğunun ortak yönlerini gün yüzüne çıkarmaya yönelik bir kurgu değil, tam aksine farklılıkları ön plana çıkarıp ayrıştırmaya yönelik bir kurgudur. Oryantalistler çok iyi biliyorlar ki ne kadar ortak noktalar gün yüzüne çıkarsa doğu halkları birbirine yakınlaşıp birlikte hareket edeceklerdir. Dahası onlar açısından ayrılıkları körükleyip Ddoğu toplumlarını birbirlerinden uzaklaştırmak en akılcı stratejik bir yöntem olarak görülmekte. Oldu ya Doğu toplumları arasında kayda değer ayrıştırıcı farklılıklar bulunamadı bu seferde tarihte yaşanmış ne kadar olumsuz etken unsur varsa günümüze uyarlanıp yeni bir husumet denemeleri tesis edilmeye çalışılır. Derken tüm bu yap-boz deneme çabaların neticesinde bir bakmışsın bizim kardeşlik projemiz arada kaynayıp güme gidebiliyor. Öyle ki, bir noktadan sonra ‘Bir Türk dünyaya bedel’ sloganının esiri oluruz da. Böylece Türklük bilinci bizim istediğimiz bilinçte gelişmez, tam aksine batı tandanslı Türkologların belirlediği ölçülerde seyreder. Ve onların kontrolünde Türklüğe bilimsellik katma adına Türkoloji enstitüsü çalışmalarına hız verilmiş olur.. Oysa Türkoloji ibaresi bile başlı başına Türklüğü aşağılayan bir kavramdır. Düştüğümüz şu hale sevinsek mi üzülsek mi doğrusu şaşkın haldeyiz. Nasıl şaşmayalım ki, yeri geldiğinde ‘Ayı’dan post Moskof’tan dost olmaz’ diye söylenerekten mangalda kül bırakmayız, ama ne hikmetse bu kavramı Rusların çıkardığından bihaber olduğumuzu gibi loji ibaresinin de Rum’a ait ek edatı bir kavram olduğundan bihaberiz. Meğer arkeolojik kavramlara ne kadar da merakmışız. Merak iyi hoşta, bir kere loji ibaresi daha çok mezara defnedilmiş, yani ölü milletler için kullanılan bir ektir. He bu nasıl meraksa Sümerler tarihin en eski kavimlerinden olsa gerek Sümeroloji dilimizden düşmez oldu. Taptaze diri olmak varken ölmüşüz de ağlayanımız yok misali ölü kavramlardan hayat bulmaya çalışmışız. Tuhaf bir haleti ruhiye içerisinde kendi kendimizi hapsetmiş durumdayız. Hele tuhaflığa bakın ki batı literatüründe Frankoloji kavramı yok, biz hala Türkoloji'den söz ediyoruz. Bari önce onlar kullansalar hiçte fena olmaz, Frank ve loji her iki ibarede yabancı kavramlar olup körler sağırlar birbirini ağırlar da, dolayısıyla bizim eski görünmeye ihtiyacımız yoktur. Kaldı ki bize yamamak istedikleri Türk ve loji ibarelerin biri yerli diğeri yabancıdır, nasıl olur da bir arada kullanılabilir. İşte asıl bu konulara kafa yormamız gerekirken habire Türklüğü değer olmaktan çıkarıp dar kalıplara mahkûm etmek isteyen tezlere tav olabiliyoruz. Belli ki değer ifade eden kavramları sorunlu hale getirmekte pekte mahiriz. Şayet Türkoloji kavramıyla amaç Osmanlıyı unutturmak ya da gönüllerden silmekse buna güçleri yetmeyecektir, buna inancımız tamdır.
Artık bazı gerçekleri fark etmemiz gerekir. En azından Osmanlının gücünü kendi etkisinde esrarını koruduğunu fark etmemizde fayda vardır. Zaten Osmanlının bu etki gücü öteden beri gönüllerde taht kurmuş bile. O halde şimdi sormak gerekir, akıl var mantık var, Osmanlının bu etki gücünü Türkoloji kavramı gibi kavramlarla batının ek kavramlarıyla zayıflatılmasına cılızlaştırmasına neden ses çıkarmayız doğrusu şaşmamak elde değil. Hiç kuşkusuz bize düşen Türklük kavramını batılı oryantalistlerin kullandığı kavramlarla tanımlamak değil bilakis kendi öz kavramlarımızla tanımlayıp milliyet bilincine varmak olmalıdır. Dahası onlar vazifesi gereği her türlü hinliği yapadursunlar bize ise uyanık olmak düşer. Şayet tarihi süreç içerisinde kendi kamusumuza sahip çıkıp oryantalistlerin uyguladıkları kültür emperyalizmi karşısında uyanık olsaydık gelinen noktada bize asla ayar çekme cesareti gösteremeyeceklerdi. Nasıl mı? İşte İngilizler, Rusya Orta Asya’da egemen olmasın diye Müslüman kılığına girmiş Yahudi asıllı asıl adı Arminius Vambery olan Macar Türkolog Reşid Efendi vasıtasıyla Ahmet Vefik Paşa’ya “Şecere-i Türk”, Buharalı Süleyman Efendi'ye “Çağatay Sözlüğü” hazırlattırabilmiştir. Tabii elin İngiliz’i böyle yapar da elin Rus’u da boş durur mu, onlar da İngilizlerin bu ince siyasetine karşı Erzurum Başkonsolosluğuna atadıkları Alexander Jaba vasıtasıyla Kürtçe sözlüğünü devreye sokarlar. Peki ya Fransızlar! Malum onlar da boş durmayıp 1862’de “Şerefname”yi orijinalinden uzaklaştırıp Fransızcaya tercüme ettirmişlerdir. Hiç kuşkusuz elin adamlarının maksadı bize katkıda bulunmak değildir, bilhassa Asyatik toplulukların kültür ve dillerini bilim kılıfı altında kontrol altına alıp Türk dünyasını kendi çirkin emel ve çıkarları doğrultusunda kullanmaktır. Neyse ki Ulu Hakan Abdülhamit Han durumun vahametini çok önceden görüp gerekli önlemleri almayı ihmal etmeyecektir. Şöyle ki; Özbek Tekkesi Şeyhi Buharalı Süleyman Efendiyi Orta Asya’da dil birliği çalışmalarına başlatmak için görevlendirip oryantalistlerin sinsi emellerini bir nebzede olsun boşa çıkartabilmiştir. Hakeza tiyatroda batıdan alınmadır. Öyle ki Batı ulûhiyet isnat ettiği İsa’yı anlatabilmek için bu metoda başvurmuş, biz ise Batıdan gelen hemen her şeyi kendi öz yerli kültürümüzü kurutacak şekilde uyarlamışız.
Maalesef geldiğimiz nokta itibariyle Türkoloji kavramı kafalar da iyiden iyiye yerleşmiş gözüküyor. Biranda alışkanlığa son vermekte zor gibi gözüküyor. Ama yine de her şeye rağmen zararın neresinden dönülürse kâr misali alışkanlık edindiğimiz bu kavramı ıslah etmek daha akıllıca bir yol olacaktır. Hatta bu kavrama karşı atak olarak Nizam-ı âlemi çağrıştıracak kavramlarla oryantalistlerin oyununu bozabiliriz de pekâlâ. Zira oryantalistler bizi kendi kabımızdan çıkmamızdan razı olmayıp dar bir kalıba mahkûm etmekten yanalar, bu yüzden bizim yeniden üç kıtaya açılmayı çağrıştıran Nizam-ı âlem kavramını kullanmak onları ziyadesiyle endişelendirmeye yetecektir. Böylece kendi elleriyle kazdıkları kuyuya kendileri düşmüş olacaklardır. Düşünsenize her sabah uyandıklarında Türkoloji kavramının Nizam-ı âlem kavramıyla yan yana birlikte anılır olduğunu işittiklerinde korktukları başına gelmez mi? Elbette gelir, işte asıl Türklük bilincini hatırlatmak budur. Bir başka ifadeyle oryantalistlerin belirlediği ölçüleri elimizin tersiyle itemiyorsak da en azından onların ürettikleri kavramları Nizam-ı âlem kavramıyla ters köşe yapmak uykularını kaçırmaya yetecektir.
Dedik ya, onlar kendi kabımızdan çıkmamızı istemiyorlar, başımızı gömdüğümüz kumdan ve kendi dar kabımızdan bir çıkarsak onlar da gayet çok iyi biliyorlar ki tüm Asya, tüm Balkanlar, tüm Avrupa Türkün dirilişine sahne olacaktır. Bu yüzden ödleri kopuyor, asla bizim medeniyet olmamızı istemezler. Dahası “bize “küçük olsun benim olsun mantığını reva görüyorlar. Kelimenin tam anlamıyla küçülün, büyümeyin mantığıdır bu. Madem oryantalistlerin hesabı bu, o halde bizim de onların çok çok üzerinde inceden inceye bir planımız olmalı. Ki, o plan tarihi tecrübemizden bugüne gelen plandır. Şayet tarihi planımızı devreye sokabilirsek ilk evvela kendimiz gibi olacağız, sonra kendi öz kültürümüzü geliştirip medeniyet olup en nihayetinde Nizam-ı âleme kanatlanacağız demektir. O halde daha ne duruyoruz, şimdi yabancıların bize reva gördüğü kavramlarla simgeler üretmekle oyalanmak yerine tam aksine önümüze bakıp hem madden hem de manen kendi öz kültür kodlarımızdan değer üretme vaktidir.
Vesselam.