Sinan Güler


Vallahi Barıştıramazsınız

Vallahi barıştıramazsınız. Vallahi o şehit anasından helallik alamazsınız.


Vallahi barıştıramazsınız.

Vallahi o şehit anasından helallik alamazsınız.


 

Çünkü siz şehitliğin ne demek olduğunu duymakla yetindiniz, o kadın yaşadı.

Oğlunun çantasını sabah erkenden hazırladığı günler de onun, düğün hayali kurduğu geceler de…

Eline kına yakmayı planladığı o elleri, bir gün tabutun üzerinde bayrakla kaplı göreceğini hiç düşünmemişti.

Bir anne evladını askere yollar; “vatan sağ olsun” derken, gözyaşını içine akıtır. Ama hiçbir anne, “tabutunu karşılarım” diye dua etmez. Etmedi.


 

Ne yaşadı şehit anası, biliyor musunuz?


 

Hastane koridorlarında sabahladı belki, yıllarca okuyup bir meslek sahibi olsun diye.

Okula giderken düşmesin, üşümesin diye peşinden koştu.

Ergenliğinde asilik ettiğinde, “olsun, delikanlıdır” dedi.

Askere giderken içinde bin korku, yüzünde bir gülümseme vardı.

Sonra bir gün…

Kapı çaldı.


 

Üç asker, biri imam, biri muhtar.

Bir anne o gün anladı ki, dünyanın tüm kapıları bazen sadece ölüme açılır.


 

Vallahi barıştıramazsınız.

 

 


 

Çünkü onun gözünün önünde oğlu hâlâ güler.

Gözünün önünde hâlâ düşer, hâlâ koşar.

Ama elini uzattığında tutamaz.

Toprak var aralarında.

Siz bunu anlayamazsınız.


 

O tabut omuzlardan inerken, annenin yüreği parçalanır.

Ama bir tek damla gözyaşı akmaz bazen.

Çünkü bazı acılar, ağlamayı da unutturur.

Çünkü o anda bir anne, hem evladını gömer hem kendini.

Kimi anneler, mezarlığa iki kişi girer: biri oğludur, biri kendisi.

 

Ve siz şimdi kalkmış barış diyorsunuz. Ama barış, el sıkışmakla gelmez.

 

 

Barış, “geçmişi unutalım” demekle hiç gelmez.

Barış, dağdan inene mikrofon uzatmakla, mahkemede “iyi hal indirimi” vermekle, özür dileyene koltuk tahsis etmekle gelmez.


 

Barış, önce adalet ister.

Barış, önce o annenin gözünün içine bakmayı gerektirir.

Bakabilecek misiniz?

Gözyaşını içine akıtan, oğlunun mezarına her hafta taze çiçek diken, gece uykusundan “komutanım” sesiyle uyanan o kadının gözlerinin içine bakabilecek misiniz?


 

Bakamazsınız.

Çünkü vicdanınızda o mezarın ağırlığı yok.

Siz sadece siyasi denge gözetirsiniz.

Ama o anne, ömrü boyunca boş kalan bir yatağa her gün selam verir.

Siz strateji kurarsınız.

O, mezar taşına mektup bırakır.

Siz nutuk atarsınız.

O, dua eder: “Allah’ım oğlumun kanını yerde koyma.”


 

Barış; adaletin ardından gelir, inkârın ardından değil.

 

 

Barış; hatırlayarak, yüzleşerek, sorumluluk alarak gelir.

Barış; bu ülkenin dağında, ovasında, karakolunda, operasyonunda can veren çocukların hesabını sorarak gelir.


 

O yüzden vallahi barıştıramazsınız.

Çünkü siz unutmak istiyorsunuz.

O anne, her nefeste hatırlıyor.


 

Vallahi helallik de alamazsınız.

Çünkü helallik, sadece dil ile değil, yürek ile alınır.

O yürek, sizin siyasetinizin taşıyamayacağı kadar ağırdır.


Bir gün gelir, bu ülke gerçekten barışır.

 

 

Ama o gün; kimse oğlunun katiline “sayın” demediğinde,

Şehitliği sıradanlaştıranlar hesap verdiğinde,

Ve adalet, mezar taşlarından önce konuşmaya başladığında gelir.


 

O zamana kadar…

Ne barış gelir, ne helallik.

Sadece suskunluk büyür.

Ve her şehit annesi, içinden şu cümleyi tekrar eder:


 

“Benim yüreğimi anlayacak olanlar, çoktan toprağa girdi.”