Ali İhsan Dilmen


YÜKSEKÖĞERETİM VE AKADEMİSYENLER SORUNLARINA ÇÖZÜM ARIYOR!

2021 yılı bütçelerinin %0,66'sı yayın alımı için harçanmış.. Bütçelerinin %1'ini yayın alımına harcayan üniversite sayımız ise 34'tür. Yani üniversitelerde "çoraklaşma" hat safhadadır.


2002 yılında büyük umutlarla başlayan Ak Parti'nin iktidar süreci, İlk on yılında ülkenin ihtiyacı olan kalkınmacı ve adil gelir dağılımını esas alan, tüm toplumsal kesimlere eşit durma çabası, değişen dünyaya uygun olarak gerçekleştirilen ve ülkenin fiziki yapısında farkedilir bir şekilde yapılan yatırımlar;bölünmüş yollar, hastaneler, köprüler, adliye sarayları, okullar, özürlüsüne, yaşlısına, emeklisine, duluna sahip çıkarak ortaya konan sosyal politikalar, yapılan üniversiteler ve yurtlar, özelleştirme gelirleriyle köylere yapılan yatırımlarla sağlanan ayrıcalıklar, toplum nezdinde Ak Partinin itibarını ve tabiki sandıkta da desteğini artırmıştı.

Çok iyi hatırlıyorum.

2007 seçimlerinde sandıktan %47 oranına yakın çıkan oy, bu çalışmaların karşılığı olmasına rağmen Ak Parti'de şaşkınlık ve sevinçle karşılanmıştı..

Partililer bu oranda bir destek beklemiyordu.

Ama milletimiz desteğini vermekte çok cömert davranmıştı..

Bu destekten korkanlarda vardı elbet ve bu desteğe rağmen Ak Parti'ye kapatma davası açılmış, mahkeme Ak Parti için kapatma kararı vermemişti ama laiklik karşıtı odak olduğu hakkında saçma sapan karar vermişti..

Bumları niye yazdım?

Şimdilerde Ak Parti, geçmişte yaptığı bu hizmetleri bir bir eritmekle meşgul..

Yola çıkarken ortaya koyduğu millet için siyaset ilkesi, şimdilerde bir şahsı korumaya odaklandı.

Koskoca parti, tek kişinin mülküymüş gibi davranılıyor.

İşin garibi o tek kişide bu durumdan oldukça memnun.

Bu Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduğu günden bu tarafa böyle devam ediyor, parti ve ülke tek kişinin mülküymüş gibi yönetiliyor.

Ülkede bütün kurumlar ve dengeler çalışanlar aleyhine bozulmuş, ülke nüfusunun %20'lik kesimi dışında herkes fakirleşmekte ve bütün haklarını peyderpey kaybetmektedir.

Bu yazıda, ülkenin kalkınmasında, gelişmesinde, bilgi üretmesinde önemli rolü olması gereken akademi dünyasının çalışanlarının karşılaştıkları sorunu ele almam gerekti.

Çümkü, akademisyenler adeta kitap almakta zorlanmaktadırlar.

Üniversitelerimiz ve akademi dünyamız muadili ülkeler ve kurumlarla kıyaslandığında tablo hiç iç açıcı değil.

Ülkemizde 204 yükseköğretim kurumu:180.000 öğretim üyesi, yaklaşık 4. Milyon öğrenciyle dinamik bir yapıya sahip..

Üniversitelerimiz, AB ülkeleri ortalamasında 2020 yılı verilerine göre %2,32 AR-GE harcamalarıyla önemli bir düzeyi yakalamaya aday durumdayken, YÖK tarafından hazırlanan "2022 yılı Üniversite izleme ve değerlendirme raporu" na göre AR-GE harcamaları bir önceki yıla göre kıyaslandığında, ulusal hakemli dergilerde yayınlanan yayın sayısının durağanlaştığı gözlenmiştir.

Uluslararası ölçekte yapılan değerlendirmelerde ilk beşyüz üniversite arasına sadece 3, ilk binde ise 15 üniversitemiz yer alabilmiştir.

2021 yılı bütçelerinin %0,66'sı yayın alımı için harçanmış..

Bütçelerinin %1'ini yayın alımına harcayan üniversite sayımız ise 34'tür.

Yani üniversitelerde "çoraklaşma" hat safhadadır, nedeni de kaynak yokluğu ve akademik özgürlüğün gün be gün kaybolmasıdır..

Desteklenmesi gereken akademisyenler, aradığını bulamayınca çözümü yurt dışına gitmekte görmektedir.

Nitekim bu süreçte, 12.000 akademisyen yurt dışına gitmiş..

Akademisyenler maalesef kitap alacak kadar ücret alamamakta ve çareyi dışarıya gitmekte görmektedir.

Bugün ABD'de göreve yeni başlayan bir akademisyen, ülkemizde aynı pozisyona sahip meslektaşının on katı maaşla işe başlamaktaymış..

Bu durum ülkemizde çalışan akademisyenlerin performanslarının düşmesinin başlıca sebebi olmalıdır.

Ülkemizde adeta akademisyenler ve bilimsel çalışmalar gözden çıkarılmış gibidir.

Üniversitelerimizde çalışan akademisyenler, 2014 yılında başbakanlık yapan ve kendisi de bir akademisyen olan sayın Ahmet Davutoğlu'nun dönemini özlemektedir.

Akademisyenler açısından bir başka sıkıntı da akademik ünvanlar meselesidir.

Norm sebebiyle kurum içi yükselmeler, norm olmasa bile siyasi tavassutla gerçekleşen ünvan dağıtmalar, kaliteyi düşürmekte, liyakat yerine sadakat ön planda tutulmakta..

Dr. Öğretim görevlilerine sözleşmeli çalışma, güvencesiz çalışma şartları dayatılmaktadır.

Son yıllarda özlük hakkı ve maaş iyileştirmesi yapılmayan tek kesim maalesef akademisyenler olmuş..

İstanbul'da yaşayan dört kişilik bir ailenin aylık 

yaşam maliyeti 32.000 tl iken bir prof. maaşının 31.500 tl olması hiç hakkaniyete ve verimli çalışmaya uygun değil..

Vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenler için durum daha da vahim.

Bir akademisyen grubuyla yaptığım görüşme ve bana verilen bilgilere göre duruma derhal müdahale gerekmektedir.

Bilimsel özerklik, akademisyenlerin bilgi ve birikimlerini özgür bir ortamda insan onuru ve bilim üretmek için yeterli imkanlara sahip olması, beyin gücümüzden azami istifade için gerekli çalışma koşullarının sağlanması, bilginin egemen olduğu çağda daha da anlam kazanmaktadır.

Yeni nesillerin nitelikli eğitim alması, yükseköğretimde kalitenin artırılmasına bağlıdır.

Ülkemizde akademik ve nitelikli gençlerde yaşanan ve devam eden kaçışın sebep olduğu beyin göçü mutlaka durdurulmalıdır.

Bir ülke için en büyük güç nitelikli, bilgi üreten insan sermayesidir.

Bu sermayeyi elimizden kaçırmak sadece bugüne değil, geleceğimizi de kaybetmektir.

Unutmamalıyız ki, kalite tesadüflerin değil, bilgi, birikim ve çabanın ürünüdür.

Gelecek iktidar umarız bu konuda gerekenleri yapmak için işe başlar başlamaz kolları sıvayarak yaraya neşter vurabilir.

Doğrusu görüştüğüm akademisyenlerin, bir akademisyen olması bakımından sayın Davutoğlu'ndan beklentileri bir hayli yüksek.

Dinlediklerim ve ortaya konan rakamlara göre durum aciliyet kesbetmektedir.

Geçen zaman kesinlikle ülkemizin aleyhine olacaktır.