Ülkemizde eskiden kuyruk yağı, sadeyağ, tereyağ ve zeytinyağı dışında yağ bilinmez ve kullanılmazmış.
Marshall yardımlarıyla birlikte yağ türevleri ile tanışmaya başlamışız. Hayatımıza Ayçiçek Yağı girmiş. Ve insanları ithal Ayçiçek yağına alıştırmak için büyük kampanyalar başlatılmış. Hepimizin düğün dernekte göbek attığı ‘ Zeytinyağlı yiyemem aman’ türküsü de o günlerde üretilmiş propaganda türevlerinden.
Beraberinde bize Margarin itelediler. Sana, Vita markalarını herkes bilir. Bir algı pompaladılar ve dediler ki ‘’Tereyağ ve hayvansal yağlar damar sertliği yapıyor ölürsünüz yemeyin, margarin yiyin’’.
Fiyatı uygun kokusu da güzel olunca hep beraber Sana yağını ekmeklere sürer olduk.
Anadolu’ nun eti koyundu ama para büyükbaşta idi. Dediler ki ‘ koyun eti kolesterol yapıyor ya dana yiyin ya da tavuk’ çünkü koyun yaylanıyordu ama tavuk ve büyükbaşları yem ile beslemek büyütmek zorundaydık. Koyun eti zaten kokuyor dedik hormonlu tavuklarla besleme büyükbaşları doğal yetişen koyunlara tercih ettik.
Bitkisel üretimde de daha çok kazanacaksınız diyerek kendi ülkelerinde kullanmadıkları tarım ilaçlarını ve gübreleri hatta GDO’ lu tohumlarını bize sattılar. İsrail’ den çekirdeğinden çoğalmayan domates tohumları, karpuz tohumları ithal ettik yıllarca. Verim güzel ama seneye yine Tel Aviv’ gitmek zorundasın.
Daha benzer bir çok ekolojik terör saldırına maruz kaldık. Bu saldırıları yapan içeriden ortaklı Lobiler algılarını yaymak için Türk basınını ve Türk Bilim Adamlarını satın aldılar ne yazık ki.
İddia ediyorum ekolojik terör ile ülkemizden çaldıkları para, PKK ile mücadeleye verdiğimizden daha fazladır.
Hem yemleri sattılar, genetiği oynanmış tohumları sattılar, hem yemedikleri yağları sattılar, sonra dönüp tıbbi tahlil cihazlarını ve kolesterol, kalp, şeker ilaçlarını sattılar. Hatta Güney Amerika dağlarından topladıkları yaban Anguslarını bize yıllardır iteliyorlar.
Müthiş bir Pazar muazzam bir gelir…
Düşünsenize kendi sulanabilir topraklarını sulayamayan, ekilebilir tarım arazilerinin yarısını bile ekmeyen yıllardır ulusal Tarım ve Tarımsal Üretim Politikası oluşturamamış ve ithalattan siyasetçi ve bürokratlarının nemalandığı 90 Milyonluk bir nüfus.
Adamlar bize somon balığını kalbe beyne hafızaya şöyle iyi, böyle iyi diye öyle bir itelediler ki Omega fışkıran hamsi ve istavritleri kediler yerken, bu balıklar fakir yemeği diye ötelenirken bizler Somon Füme sevdalısı olduk.
Peki Devlet olarak bunu ön görüp tedbir alıp önlemeye mi çalıştık yoksa dönemlerin Devlet Yöneticileri ve Bürokratları pastadan pay alıp sessiz mi kaldılar hatta teşvik edici mi oldular diye sorarsam cevabımız tartışmasız belli.
Çok değil 30 sene önce evinde kedi ve köpek bakanın evine gidilmezdi. Murdar o ev, orada namaz kılınmaz denilirdi. Birisinin sosyetesini anlatmak içinde evinde köpek bakıyor denilirdi.
Önce diziler ile evde köpek olayını herkese yumuşatıp kabullendirdiler, sempatik gösterdiler.
Sonra topluma örnek diyeceğimiz insanlar evlerinde köpek bakıp reklam ettiler. Ellerinde köpeklerle sabah yürüyüşleri yaptılar. İnce ince kediler, köpekler hayatımıza daha doğrusu evlerimize girdi.
Evde kedi köpek beslemek bir medeniyet göstergesi oldu. Lobiler devreye girmeye başladı. Hatırlayın 10-15 yıl önce sokaklardaki canlarımıza 1 kap mama verelim, bir tas su koyalım kampanyaları başladı.
Toplumun Müslüman kesimi bu konuda muhafazakar davranmaya çalıştıkça seküler kesimler sokak hayvanlarına sahiplenmeye başladı. Kampanyalar, yürüyüşler düzenlendi. Bir sokak hayvanına araba ile vurmak, insana vurmaktan daha kötü bir şey oldu.
Bir belediye sokak hayvanını alıp götürdüğü zaman hemen 50 kişi Başkanın makamını basıp köpeklerin hesabını sordular.
Kedi köpek maması Türkiye’ de çok büyük ve çok karlı bir Pazar haline geldi. Hayvansever (!) Derneklerin tüm finansmanı bu patronlar tarafından yapılmaya başlandı. Medyadan sanat dünyasından bir çok isim satın alınarak bu Hayvansever (!) Derneklere destek verdirtildi.
İnsanlar fakir çocukların okulları için burs vermediler, ama kedi köpeklere mama parası verdiler.
‘ Suriye’ liye yardım edeceğime sokak köpeklerine mama alırım’ diyen birçok aydın (!) insanımız ile ne yazık ki karşılaştım.
‘ İnsanlar nankör, köpeklere veririm daha iyi’ diyerek muhtaca bir kap yemek vermek yerine köpeğe bir kova mama alan nicelerine şahit olduk.
Bu hayvanlar mamaya alışınca köpekliklerini unutup çöp karıştırmaz, başka hayvanları yemez oldular. Aç kalınca da doğaları gereği etrafa saldırdılar. Kadınları, çocukları yaşlıları ısırıp parçaladılar, sakat bıraktılar hatta öldürdüler.
Şimdi gelelim esas soruya…
Mama fabrikaları eliyle böyle bir kampanya yürütülürken bu iş 8 milyon sokak köpeği noktasına gelirken, köpekler sokaklarda sabah namazına giden insanları, okuluna giden çocukları, pazardan dönen kadınları sürüler haline parçalarken Devletimiz ne yaptı…
Mamaların içerisine üreme dürtülerini harekete geçiren kimyasalların eklenip eklenmediğini kontrol etti mi ?
Mamaların içerisinde olması gereken hayvanı inceden sakinleştiren kimyasalların olup olmadığını kontrol etti mi ?
Bu gün kısırlaştırma maliyeti ortalama 6 Bin TL. Belediyeler kaç tane hayvanı iş edinip yakalayıp kısırlaştırdı ? Veteriner Odası 2024 fiyat tarifesine göre.
Tarım İl ve İlçe Müdürlükleri kısırlaştırmalara destek verdi mi ? Kısırlaştırmayı hızlandırmak için ( Özel Hastane mantığıyla) kısırlaştırma yapmaları için Veterinerle anlaştı mı ?
8 Milyon köpeğin yarısını hemen kısırlaştırıyoruz deseniz kaça mal olur ? Ne kadar sürer ?
Ve kısırlaşan hayvanların ortalama 10 yıl daha yaşayacağını kabul etseniz bunun maliyeti kaç lira olur.
Bunları hesaplayıp kamuoyu ile paylaşan var mı ?
Kaç tane belediye topladığı çöplerden kedi köpek maması üreten tesis kurup dağıttı böylece özel sektörün pazarını ve hareket alanını yani algı alanını daralttı ?
Bir sürü belediye Hayvanseverlerin tepkilerinden korkup mama ihaleleri açtılar milyonlarca liralık.
Daha bir çok sorular bir çok sorular….
Şimdi çıkar bir kanun, destekleyenleri alkışla, desteklemeyenleri itham et, yaftala hatta sosyal medyada linç et…
Peki biz bu noktaya nasıl geldik ?
Veteriner Odaları, Veterinerlik Fakülteleri, Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ne yaptı bizim ülke olarak bu noktaya gelmememiz için…
Bu hal yıllardır bağıra bağıra geliyordu.
Gelinen bu noktada Kanunun görüşüldüğü TBMM Komisyonunda, ‘ Sosyalistim ve ben ateistim’ diyen bir muhalefet milletvekili, kanunu getiren iktidar milletvekillerinin yüzüne bağırarak soruyor. ‘ Sizin Allah’ tan korkunuz yok mu ? ’’
Belki de bu Ülkemizin, toplumumuzun ve siyasetimizin halini en iyi anlatan anekdottur.