Selim Gürbüzer

Tarih: 06.09.2025 14:03

MASONLUĞUN SERÜVENİ

Facebook Twitter Linked-in

Masonluğun ülkemize giriş yapıp sızması elbette ki Cumhuriyet döneminde gerçekleşmedi.  İlk kurulan localar Osmanlının son dönemine denk gelen 1880’li yıllarda vuku bulup bunlardan birçoğu hem Fransız Büyük Locasına hem de İngiltere Büyük Locasına bağlı olarak temelleri atılmış localardır. Yani tüm dünyaya yayılmış loca örgütleri kanalıyla bu akımın Osmanlıya sirayeti Sultan III. Ahmet devriyle start almıştır. Malumunuz Humbaracı ismiyle meşhur Humbaracı Ahmet, Fransız masonlarına bağlı ilk locayı Galata’da açıp coğrafyamıza taşımış bir paşadır. Derken pek çok gayrimüslim ve sözde Müslimlerin locaya üye olmalarına vesile olmuşlardır. Hatta aralarında İbrahim Müteferrika ve Yirmi sekizzade Mehmet Sait Paşa gibi isimlerde vardır.  Masonluğun ABD’ye sızması ise ilk mason Başkanı George Washington ile start alır. İlginçtir ilk ABD mason başkanı olmasına binaen Virgina’da adına tapınak inşa edilir de.  Nitekim Washington şehrine havadan kuş bakışı bakıldığında tam tamına merkezinin Masonluğun simgesi olarak bildiğimiz pergel ile gönyenin birleşiminden oluşan üçlü sacayağı şeklinde yapılandırılmanın gerçekleştirildiğini görürüz. Bir başka ifadeyle bu üçlü sacayağından pergelin baş sacayağı kısmı Capitol binasını (Meclis binasını) temsil ederken, pergelin sağ sacayağı kısmı Maryland Avenue’yi, sol sacayağı kısmını da Pennsylvania Avenue’yi temsil ettiği görülür. Hakeza bir diğer ABD Başkanlarından Jefferson’da ideolog derecede hatırı sayılır mason biraderlerdendir. Tabii Jefferson ideolog derecede üst düzeyde mason bir başkan olarak adından söz ettirince de ister istemez ahde vefa denilen Mason birader dayanışmasının gereği olarak Capitol binası iki büyük mason mabedine bağlanırken, pergelin sağ ayağının Beyaz Saray’a, sol ayağının da Jefferson Anıtına bağlanmasına şaşmamak gerekir. 

           Malumunuz Tanzimat dönemine geldiğimizde durum vaziyet daha da bir başka sürece evrilir. Böylece gerek Tanzimat dönemi ve gerekse Tanzimat’ı takip eden süreçte teşekkül eden yeni Osmanlıcılar ve İttihatçıların büyük çoğunluğunun mason oldukları görülecektir. Dolayısıyla masonluk bu süreçte öyle bir tehlikeli bir hal alır ki; artık bir noktadan sonra Siyonizm’in emellerine hizmet eden araç vazifesi görür. Derken Osmanlının düşüş devresine doğru kapitülasyonlar daha da aleyhimize işleyip masonluğun topraklarımızda nüfuz edinmesini beraberinde getirecektir. Nasıl mı? İşte Sultan Abdülaziz Han’ın hal edilmesiyle birlikte katledilmesi gibi birtakım karanlık oyunların ardından oluşan Yeni Osmanlıcıların bu devrede yaptıkları faaliyetler bunun tipik emarelerinin bariz göstergelerini teşkil eder. Neyse ki; Ulu Hakan Abdülhamit’in tahta geçişi bütün bu fesat ocaklarının uykularını kaçırmaya yettiği gibi masonların birçoğu da soluğu Makedonya’da almışlardır. Tabii dışarıya firar eden masonlar Makedonya’da boş durmayacaklardır. İlk iş olarak İttihat ve Terakki komitesini kurup faaliyetlerini sinsice devam ettireceklerdir. Hatta bu kurulan sinsi cemiyetin içerisinde İtalyan masonlarının telkinlerine kapılan İbrahim Temo isimli Tıbbiyeli bir gençte vardır. Neyse ki bu kurulan örgütün İstanbul’da da teşkilatlanmaya başlayacağı esnada sarayın engeline takılıp darmadağın edilecektir. Ancak darmadağın edilip Batıya kaçan bu güruhun örgüt üyeleri hızını alamayıp yurtdışında da olsalar bu sefer de meşrutiyetçilik davası güdeceklerdir. Malumunuz Batıda adından Jön Türkler diye söz edilen bu taifenin akıl hocası Emanuel Karasu’dur. İşte bu akıl hocasına şeksiz şüphesiz biat eden ittihatçı güruhu mason yüksek şura heyeti oluşturup, önce Talat Paşayı umumi büyük müfettişliğine getirirler,  sonrasın da ise Üstadı Azam olarak onurlandırırlar. Onlar onurlandıra dursunlar, bilerek ya da bilmeyerek bu taifenin hemen her bir elemanı kökü dışarda kurgulanan bu sinsi oyununun figüranı olmuşlardır. Ne diyelim, işte tarihi belgelerin önümüze koyduğu verilerden de anlaşılan o ki, Devleti Aliyye içte ve dışta başı dertte bir takım gailelerle uğraşırken, birkaç genç ise hükümet darbesi peşinde koşturmuş oluyorlardı. Üstelik bu insanlar Sultan Abdülhamid’in kurduğu mekteplerde okuyup mezun olmalarına rağmen ahde vefa örneği göstermeyip dış mihraklarla işbirliği yapıp meşrutiyeti ilanını sağlayacaklardır. Peki,  meşrutiyeti ilanını sağladılar da başları göğe mi erdi,  tam aksine dillerine doladıkları meşrutiyet sloganıyla Osmanlıyı batıranların bizatihi kendilerinin olduğunu gördüler. Çünkü artık ortada gerçek manada Osmanlı kalmamıştı. 

          Hele ki bu dönemde İttihatçıların idari mekanizmayı ele geçirmeleriyle birlikte Şeyhülislamlık makamının suistimale uğradığına da şahit oluyoruz. Şöyle ki; Şeyhülislam Musa Kazım Efendi kendisi hakkında ileri sürülen masonluk iddialarına cevaben; ‘Ben mason değilim’ diyememiştir. Sadece şu ifadelerde bulunmuştur:

         “İslam dinine muhalif olup bana isnat olunan mezhep veya mesleği kemal-i şiddetle reddederim.”

         İşte bu cümlelerde geçen Şeyhülislamın beyanlarına dikkatlice bakıldığında, İslam’a karşı olan hangi mezhebin veya hangi mesleği kastettiğini açıkça söylenmiyor. Söyleyemez de zaten. Çünkü pek çok kimsenin şahitliğiyle Şeyhülislam’ın masonluğu tescillidir. Bakınız bu konuda Ali Fuat Türkgeldi’nin; “Sultan Vahdeddin bu Şeyhülislamı affetmemiştir. Padişah Şeyhülislam makamı gibi yüce bir mevkiinin önemine binaen onu Edirne’ye sürmüştür” sözleri bu iddiaları doğrular niteliktedir. Öyle anlaşılıyor ki, masonluk bu topraklara girdiğinden beri hocalar kanalıyla bile İslam’ı içeriden yıkma provasını uygulamayı göze alabilme cesaretini sergileyebilmiş gözüküyor.

         İlginçtir İbrahim Temo, Abdullah Cevdet’e de tesir etmiş bir isimdir. Hani şu Avrupa’dan damızlık erkek getirme sevdasında olan şu meşhur Abdullah Cevdet var ya, işte ondan söz ediyoruz. O damızlık erkek getirme girişimiyle yetinmeyip şapka devrimi, Latin harfe geçiş ve tartı ölçülerin değiştirilmesi gibi reformların öncülüğünü de yapıp; ‘Bu reformların önderi de benim’ diyecek kadar kendini ön planda tutmaya çalışmış biridir. Tabii bitmedi dahası var, onun hakkında Samed Ağaoğlu; “Kendisine dinsiz sıfatını vermekten çekinmediği” bilgisini verir. 

         Evet, Abdullah Cevdet İbrahim Temo’dan etkilenmiş,  o da birilerini etkilemiştir. İşte o etkilenenlerden biri de hiç kuşkusuz şu ünlü Türkçü Ziya Gökalp’tır. 

         Ziya Gökalp iyi bir sosyolog olmasına rağmen maalesef birçok konuda o da hata yapmıştır. Diyarbakır’da Abdullah Cevdet’in etkisi altında kalan Ziya Gökalp, İçtihad mecmuasında: “O eline balta almış yıkılması gerekli kanatları yıkıyor, bu bir hizmettir” diye ona methiyeler düzmeyi de ihmal etmez.  Düşünsenize Samed Ağaoğlu’nun da belirttiği üzere Abdullah Cevdet’in dinsizliğini, Ziya Gökalp hizmet olarak değerlendirebiliyor. Oysa hizmetkâr diye sunduğu bu adam milli mücadele yıllarında adına “İjtihad Evi” verdiği evin bir odasında inzivaya çekilmiş, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kafesinden çıkıp vaktiyle savunduğu fikirlerin inkılâplara kaynaklık yaptığı iddiasını ortaya atıp; “Bütün yapılanlar ve yapılacak olanlar benden kopyadır” diyebilen biridir o.

          Şu da bir gerçek; Meşrutiyet dönemi bir kısım masonlar Cumhuriyet dönemine geldiğinde boş durmayıp idealleri uğruna çok uğraş vermişlerdir. Neyse ki; Mustafa Kemal Atatürk’e yakınlığıyla bilinen Mahmut Esat Bozkurt'un mason localarının kapatılması gerektiği telkini sayesinde bu çabaları boşa çıkartılmıştır. Nitekim Mahmut Esat o dönemde çıkardığı dergide masonluk aleyhinde neşriyatta bulununca, o dönemin meşhur iki üstadı azamı Servet Yaseri ve Mim Kemal Öke’nin tepkisine maruz kalmıştır. Öyle ki; Mahmut Esat hiç çekinmeden; masonluğun dinlerin aleyhinde olduğunu söyleyerekten 1935 yılında mason localarının kapatılmasına vesile olmuştur. Ne var ki; 1948’de Milli Şef İnönü’nün taviziyle yeniden mason locaları faaliyetleri gün yüzüne çıkacaktır.

        Hatta ne derece doğru bilemiyoruz, ama söylenilen bir iddiaya göre aslında Menemen olayı Mahmut Esat’ın tertibi imiş. Şayet bu iddia doğruysa Mahmut Esat’ın mason aleyhtarı tutumu bir sır perdesi gibi gözüküyor.  Her şeye rağmen yine de netice-i itibarıyla mason localarının Mustafa Kemal Atatürk tarafından kapatılmışlığı, İsmet İnönü’yle tekrar su yüzüne çıkarılışını bilmemiz önemli bir ayrıntıdır. Kelimenin tam anlamıyla masonluk serüveni, Lale devriyle start alıp Abdülaziz’in hal edilip katli müteakiben mason veliaht Muradın getirilmesi gibi bir dizi yaşanan hadiselerin eşliğinde, Tanzimat mimarlarından büyük Britanya locasının ileri derecedeki masonlarından Mustafa Reşit Paşa dönemine uzanıp oradan da İttihat Terakki ve Cumhuriyet dönemini kapsayan sürecin adıdır dersek yeridir.

         Peki ya, tek parti döneminden çok partili geçtiğimiz süreç nasıl işledi derseniz, malumunuz Milli şef döneminin sona yaklaştığı noktada; “Yeter artık söz milletindir” sloganıyla iktidara gelen Adnan Menderes’in varlığına tahammül edemeyen sinsi mason odakları sudan bahanelerle Başbakanı ipe götürmüşlerdir. Öyle ki;  halkın teveccühüyle iktidara gelmiş bir Başbakanın güya Atatürk ilkelerine aykırı davrandığı, irtica hareketlerine çanak tuttuğu, zimmetine para geçirdiği, gençleri kıyma makinelerine atıp katlettiği, metresinden doğan çocuğu öldürdüğü gibi bir sürü ipe sapa gelmez iftiralarla sonunu hazırladılar. Meğer Yassıada mahkemelerinde Adnan Menderes’i yargılayan Salim Başol’un; “Sizi buraya tıkayan güç böyle istiyor” demesi sıradan bir söz değilmiş. Bu yüzden İhtilaldan önce Menderesin geçit vermediği LIONS kulübünün ihtilal sonrası tekrar faaliyete geçişini gördüğümüzde bu sözün ne anlama geldiğini şimdi daha iyi anlıyoruz.

         Her ne kadar bir kısım aklı evveller kabul etmeseler de biz biliyoruz ki;  dünyanın ileri gelen masonları her yıl bir araya gelerek kendilerince ülkelerin kaderini belirlemeye çalıştıkları artık bir sır değil. Arka planda alınan kararlar katılan ülkeleri temsilen bulunan 33. dereceye ulaşmış masonlara tebliğ edilip gereği yerine getirilir de. Özellikle 1954 yılında Hollanda’nın Oosterbeek şehrinde Bilderberg otelinde bir grubun katılımıyla şu meşhur mason bağlantılı Bilderberg adında kurulan bu örgüt dünya politikalarına yön vermek için vardır. Malum kurucuları arasında Yahudi din adamı ve İsveç frank masonluğunda 33. dereceye yükselmiş Joseph Retinger’in olması Bilderberg grubunu daha da popüler kılmıştır.  Nitekim bu örgüt çeşitli ülkelerde üst düzeyde görev yapan tüm masonları gruba katabilmiştir. Aslında bu kuruluşun kalbi Kudüs’te atmaktadır. Öyle ya, madem merkez Kudüs, o halde merkezde yer alan azaların başta hahamlar olmak üzere 33. derece masonlardan müteşekkil olmasına şaşmamak gerekir.  İşte ilhamını Tevrat’tan aldıklarını iddia eden bu sinsi güçler, çeşitli ülkelerde ihtilalların fitilini ateşleyip kendilerince dünyaya böyle düzen vermeye çalışıyorlar. Şurası muhakkak dünyanın en tehlikeli Siyonist bağlantılı diyebileceğimiz Bilderberg, uluslararası bir kuruluşun ötesinde dünya siyasetine müdahale edebilecek türden kritik kararlar alabilen bir sinsi organizasyonun adından başka bir şey değildir.  Bu durumda ister istemez organizasyonun, B’nai B’rith tarikatı (İbranice ittifak evlatları) ve diğer gizli Yahudi örgütleriyle içli dışlı olmaları hasebiyle her yıl düzenledikleri uluslararası Bilderberg toplantıları kuşkuyla izlenmesine yol açmakta. Bu yüzden tüm ülke toplumların diken üstünde duran sağduyulu insanların zihninde acaba bu yıl ülkemizin başına bir iş gelir mi endişesi de kaplamakta.

        Bir başka mesele ise İtalya’da bomba etkisi yapan Gladio örgütünün derin yapılanmasıdır. Malumunuz bu örgüt isminden ziyade daha çok P–2 Mason adlı örgütün maşası niteliğinde derin devlet işlevi üstlenmesiyle dikkat çekmiştir. Şayet Gladio, İtalyan idealleri uğrunda görev ifa etseydi bu konu o kadar önem arz etmeyecekti. Fakat amacının dışında birtakım karanlık oyunların aleti olmak İtalya’yı ayağa kaldırmaya yetecektir. 

         İtalya’da, Belçika’da hatta İspanya’da bu ve buna benzer örgütlerin yankısı, bizde değişik ifadeyle kontrgerilla olarak telaffuz ediliyor. Yakın zamanda ise Ergenekon olarak nitelendi. Komünizmin tehdit unsuru olduğu dönemlerde ise NATO ülkeleri bu çerçevede Gladio benzeri ağ kurması bilinen bir gerçek. Bizim NATO üyesi olmamız dolayısıyla ister istemez bu tür yapılanmalara tevessül etmişiz,  zaten bundan uzak kalınamaz da. Başka ülkelerde görülen ve bizde böyle bir örgütün varlığı olup olmaması tam olarak ispat edilmese bile var olduğunu inkâr etmek hiçte kolay bir yol olmasa gerektir.

         Masonluk için çok daha söylenecek söz var ama son dönemlerde aleni verdikleri ilanlarla artık eskisi gibi gizli kalmayı değil, topluma açılımı yeğledikleri gözlemlenmektedir. Bu demektir ki; her insan fani olduğu gibi, gizlilikte bir noktaya kadar faniymiş meğer. Baki olan Allah’tır çünkü. Bu yüzden gizlilikte bir yere kadardır,  dolayısıyla er geç ifşa olmaktan kaçınamayacakları  gayet tabii bir durumdur.  

          Vesselam.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —