Alevîlik, alışıla gelmişin dışında İslâm’ın tasavvufi meşrepte yorumlanmış bir kültürel ocak olmakla birlikte Alevîliğin de kendi içinde hem hasbi (samimi), hem de siyasi taraftarlarının değişik isimler altında kurdukları ocaklarının varlığı da apayrı bilinen bir gerçekliktir. Elbette ki, Ehlisünnet çizgisini düstur edinen Sünnilerin, hasbice “dört kapı kırk makam” usulünce hareket eden Alevî ocaklarıyla alıp vereceği herhangi bir meselesi olamaz. Zaten olsa olsa meselesi ancak Hz. Ali (k.v)’den bihaber siyasallaşmış Alevî örgütleriyle olur. Maalesef Ali’siz Alevîlik davası güden siyasi taraftarlarca hasbi Alevî vatandaşlarımızın iyi niyetleri istismar edilip birçok sol fraksiyon örgütlerin sloganlarına kurban edilebiliyor. Bu durum Alevîliğin nasıl bir radikal hareket alana kaydırılmasının bir göstergesi olmasının yanı sıra aynı zamanda Alevî-Sünni çatışmasına sebebiyet teşkil edecek bir tezgâhın provası olarak da karşımıza çıkabiliyor.
Aleviliğin şöyle “adâb-usul-erkân” bakımından tarihi süreç içerisinde inanç örgüsü ağ yapısına baktığımızda:
-İlk dönemde çıkışı itibariyle göçebe Türk topluluklarının eski inanç ve kültürlerinin üzerlerine yansıması olarak İslam’ın tasavvufi anlayışına uyarlanışının devamı bir yol olduğu,
-İkinci dönem itibariyle (15.yüzyılın ilk yarısından itibaren) bir takım hurafe çıkarımlardan hareketle alfabetik harflerin ince sırlarını tevil etmeye dayalı Hurûfîlik akımının üzerlerine yansımasının devamı bir yol olduğu,
-Üçüncü dönem itibariyle de (15.yüzyılın sonları itibariyle) “On İki İmam Şiîlik” (İsnâaşeriyye) kültü ekolünün üzerlerine etkisinin yansıması olarak oymak, ocak ve cemevleri çatısı altında cem olmanın devamı bir yol olduğunu görürüz.
Esasen Alevîlik, kitabi kaynaklara dayalı bir yol olmaktan daha çok kültürel özelliği ile de dikkatleri üzerine çeken sazlı sözlü tasavvufi meşrepte cem olmanın adı bir yoldur dersek daha bir yerinde tespit olur. Nitekim Aleviliğin nasıl bir inanç sistemi ya da nasıl bir ibadet ve adâb usul erkân üzere bir yol takip ettiklerini cem evlerinde düzenledikleri sazlı sözlü yaptıkları cem ayinlerini yerinde edineceğimiz izlenimlerle de bu tespitimizi doğrulmamız pekâlâ mümkün. Hele ki Alevi Dedelerinin öncülüğünde cemevlerinde bir araya gelip semah türü sazlı sözlü ayin halkası oluşturup dillerinden dökülen deyişlerine baktığımızda:
-Alevîlik diliyle ifade edilen üçler ifadesinden maksadın “La İlahe Muhammeden Resulullah” kelime-i tevhid ibaresine Hz. Ali (k.v)’in Şâhı velayet makamında oluşuna binaen isminin eklenerek “Hak-Muhammed-Ali” şeklinde zikredilen üç isimli kelime-i tevhidi tasdik eylemek olduğu,
-Ve Alevîlikte “Hak-Muhammed-Ali” diye tasdiklenen üçlerden;
* Birincisini teşkil eden Hak’tan maksadın “vahdet-i vücûd” veya “vahdet-i mevcûd” manasına gelen Lafza-i Celâl ibare olduğu,
* İkincisini teşkil eden Muhammed’den maksadın; Nûr-u nübüvvet makam sahibi manasına gelen lafzı ibare olduğu,
* Üçüncüsünü teşkil eden Ali’den maksadın Şâhı velâyet makam sahibi manasına gelen lafzı ibare olduğunu görürüz.
-Genel itibariyle Alevîliğin yazılı ve sözlü olarak rivayet edilen kaynaklarında ahiret inancı tam net bir ifadeyle açıklık kazanmamakla beraber kimi kaynaklarda kıyamet, mahşer, öbür dünya, cennet, cehennem vs. kavramların yer aldığını,
-Hatta kimi kaynaklarda gibi ruhun kısmen bedenden göçüp ayrılmasıyla vuku bulan ölümün ardından sil baştan yeniden dünyaya gelineceğine dair ifadelere de yer verildiğini,
-On İki İmam Şiîlik kültünden esinlenmiş yazılı ve sözlü Alevî kaynaklarda Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra halifeliğin Hz. Ali (k.v)’e ait bir hak olduğuna dair ifadelerin yer aldığını,
-Tasavvufi meşreplerden esinlenmiş yazılı ve sözlü Alevi kaynaklarda Hz. Ali (k.v)’in Allah’ın velisi olduğuna dair ifadelerin yer aldığını,
- Genel itibariyle yazılı ve sözlü Alevi kaynaklarda ise abdest, günlük namazlar ve Cuma namazıyla alakalı birtakım menkıbe niteliğinde birbirinden farklı ve zayıf çelişkili ifadelerin yer aldığını görürüz. Nasıl mı? Mesela bir kısım menkıbelerde Hac-ı Bektaş Velinin ayağını yere abdestsiz basmadığı rivayet edilirken, bir başka menkıbede yol arkadaşı Molla Saadetin tarafından namaz öncesi Hacı Bayram Veliye abdest alması gerektiği hatırlatılınca verdiği cevapta; “Biz abdest almayız, sen alacaksan al” dediği rivayet edildiğidir. Yine bir diğer menakıp kayıtlarda; Hünkâr her ne zaman abdest alsa Kadıncık Ana onun abdest suyunu israf etmediğine şahit oluşu rivayet edildiği gibi Hünkâr’ın kimi zaman susam yaprağı üzerinde, kimi zamanda darı seci üzerinde namaz kıldığı, hatta Lokman-ı Perende ile Hacda Kâbe’de namaz kıldığı şeklinde rivayet edilir. Ayrıca Bacıyan-ı Rum kadın erenlerinden Kadıncık Ana’nın gözlemlerinden hareketle Hünkârın Bedehşan’ı düşman işgalinden bertaraf edip arındırdıktan sonra ahaliye namaz kılmayı talim eylediği de rivayet edilir. Bu arada Kaygusuz Abdal Menâkıbnâmesinde geçen salât-nâme adlı beş kıtalık şiirde ise gerek günlük farz namazlar olsun gerekse Cuma, bayram ve teravih namazları olsun hiç fark etmez rekât sayılarının kaç rükün olduğunun şiirimsi olarak zikredilip öğretildiğinin de kayıtlara geçtiği ifade edilmekte.
-Alevîlikte, Kızılbaş erkân kitabı olarak bilinen Buyruk adlı eserde abdest tanımı:
“ * Şeriat anlamında, yani bildiğimiz su ile almak şeklinde,
*Tarikat anlamında ikrar vermek şeklinde,
*Marifet anlamında nefsini bilip Hakk’ı tanımak şeklinde,
*Hakikat anlamında kendi kusurlarını görüp başkalarının kusurun örtmek şeklinde” ifade edilir. Hakeza aynı eserde namaz için Kâbe’ye yönelmekle ilgili olarak da “Sûfi’nin kıblesinin, mürebbi ve rehberin yüzüne bakmak olduğu” şeklinde bâtınî yorum katarak ifade edilir.
-Alevîlikte Ramazan orucu Hacı Bektaş Veli Menâkıbnâmesi’nde; Musa es-Sâni’nin İmam Ali Rızayla olan bir buluşmasında Musa’nın İmam’ın önüne sofra hazırlattığı, ancak İmam’ın oruçlu olduğunu dile getirmesinin akabinde ısrar üzere orucu bozduğundan hareketle Alevi toplumunun oruç konusunda tutsan da olur tutmasan da olur gibisinden esnek tutum içerisine girdikleridir. Oysaki hem Hacı Bektaş Velinin Makâlât adlı eserinde hem de Kızılbaşların el kitabı Buyruk adlı eserde geçen ‘Dört Kapı-Kırk Makam’ aşamaları sıralanırken ibadetler şeriat kapısının üçüncü makamı olarak sıralamada yer alıp bunlar arasında oruç ibadetinin hiçte göz ardı edilmediğini görmekteyiz. Ayrıca Buyruk adlı eserde oruç konusu herhangi bir sûfinin şakirt kardeşine hürmet göstermesi şeklinde bâtınî yorumla da ifade edildiğini görürüz.
Şu da var ki, Alevi toplumunda zahiren esastan oruç tutma; Kerbela şehitlerinin acısını yâd etmeye yönelik Muharrem ayına girildiğinde kimi yörelerin Alevilerince ilk on gün tutulması gereken, kimi yörelerin Alevilerince de on iki gün tutulması gereken oruçtur.
-Alevîlikte hem Hacı Bektaş Velinin Makâlât adlı eserinde hem de Kızılbaş erkân kitabı Buyruk’ta zikredilen zekât, şeriat kapısının üçüncü makamı denen ibadetin konusu olarak ele alınır. Ayrıca Buyruk adlı eserde zekât bâtınî yorumun da bu yolun şakirtlerinin dua ve niyazlar eşliğinde birbirlerine ikramlarda bulunması şeklinde anlam yüklenir. Nitekim bu söz konusu anlam yüklemesi doğrultusunda “Hakkullah” denen lokma günleri düzenlemeyi de ihmal etmezler. Öyle ki bu yöndeki uygulamaların en dikkat çeken örneklerinden bir kısmına baktığımızda mesela bir Bektaşinin yıllık gelirinin beşte birini Ehl-i beyt hakkı olarak Hacı Beştaş Veli dergâhına tasaddukta bulunma şeklinde uygulanırken, Kızılbaşların geleneğinde ise dedelerine ve ocaklara bahşetmeleri şeklinde uygulandığını görürüz. Hatta tasadduk uygulamalarının bir kısım yörelere göre değişik isimler altında ayni ve nakdi yardım olarak kategorize edilip şöyle uygulandığını da görürüz:
* Tekke hizmet giderlerini karşılamaya yönelik Kara kazan hakkı,
* Pirlerin geçim ve iaşelerini gidermeye yönelik Mürşit hakkı,
*Bu yola muhabbet duyan Garip gureba darda kalan muhiplerin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik Çerağ hakkı.
-Alevîlikte Hac farizası, Hacı Bektaş Velinin Makâlât adlı eserinde yine “Dört Kapı Kırk Makam” gereği ibadet kapsamında “kapılar” şeklinde yorumlanıp anlamlandırılırken, Kızılbaş erkân kitabı Buyruk’ta ise Hac farizası bu yolun şakirtlerinin birbirinde fenâ fi’l-ihvan olma derecesinde kendi aralarında ünsiyet kurması şeklinde batini yorumla anlamlandırılarak ifade edilir.
Ayrıca asıl adı Alâeddin Gaybî olan Alevi-Bektaşi edebiyatının kurucusu Şair mutasavvıf Kaygusuz Abdal’a atfen yazılan “Kaygusuz Abdal Menâkıbnâmesi”ne baktığımızda kendisinin kırk sayısına özel bir anlam yüklediği gözlerden kaçmaz da. Öyle ki, Kaygusuz Abdal, Şeyhi Abdal Musa’nın yanında 40 yıl süreyle hizmet ettiği Tekke’ye kendini adayıp icazet almanın akabinde 40 sûfisi ile birlikte Bektaşiliği yaymak için Mısır yollarına revan olduğudur. Buradan da 40 gün süren yolculuğunun ardından Mekke’ye varıp Kâbe’yi tavaf eyler. Ve ardından Arafat günü vakfeye durduktan sonra Mekke’ye gelip Kâbe’de önce tavaf, sonra Safa ile Merve arasında sa’y yapıp böylece Hac vazifesini yerine getirmiş olur. Hac farizasının ardından da Medine’ye gelip Ravza-i Mutahhara’da Peygamberimiz (s.a.v)’in kabrini ziyaret etmiş, burada 7 gün kalarak “Cevhernâme” adlı eseri yazıp Mısır’a dönüp 1444 yılında burada vefat etmiştir.
-Alevilik ve Bektaşilikte asıl amaç “dört kapı-kırk makam” aşamalarından geçmektir. Burada dört kapıdan maksat “şeriat, tarikat, marifet ve hakikat” kapılarıdır. Şeriat kapısı ‘Muhammed-Ali’ yolunun zahiri ilimlerini öğrenip gereğini ibadet şuuruyla yerine getirmektir. Tarikat kapısı mürşitten el alıp tekkede “âdâb-usûl-erkânı” üzere yol almaktır. Marifet kapısı Allah’a dua ve niyazda bulunurken kahrında hoş lütfunda hoş diyebilmenin bilincinde olmaktır. Hakikat kapısı Muhammed-Ali yoluna tam teslimiyet içerisinde “eline-beline-diline sahip ol” düsturundan hareketle hakikate ermektir.
-Kızılbaşlıkta hiyerarşik yapılanma başlangıçta halife, dede, mürebbi, rehber, musahip ve talip sıralamasına dayalı altı derecelik hiyerarşik yapılanmadan ibaret iken sonrasında halifelik derecelenmesi yerine Osmanlıda adına Hacı Bektaş Veli sülalesinden gelen evlatlar anlamında ‘Bektaşi Çelebisi’ yapılanması olarak temsiliyet makamı bir özellik kazanır. Osmanlı sonrası gelinen noktada ise “dedelik, rehberlik ve taliplik” üçlü sacayağına dayalı derecelendirilmiş bir hiyerarşik yapılanmanın varlığı söz konusudur. Nitekim âdâb-usûl-erkân gereği böylesi bir yapılanmada Dedeler mürşitlik vazifesi ifa eylerken, Rehberler de dedenin yardımcı vekili konumunda görev ifa eylerler. Hakeza talipliler ise adı üzerinde bu yolun talipleri olarak müritlik görevi ifa eylerler.
-Alevîlikte cem halkası kendi Dedelerinin kıssa olarak anlattıkları deyişlerinden hareketle Peygamberimiz (s.a.v)’in miraç dönüşü teşrif eylediği kırklar meclisinden esinlenme sazlı sözlü ayin ritüeline dayalı halka oluşturmaktır. Nitekim Alevî kıssalarında Miraç mucizesi özetle şöyle anlatılır: Peygamberimiz (s.a.v) Miraca yükselirken bir aslan yolunu kesip kükrediğinde Allah’ın Habibi bir anda ne yapacağının şaşkınlığı içerisinde gaybtan ne yapması gerektiğine dair gelen bir sesle yüzüğünü aslanın ağzına vererek sakinleşmesini sağladıktan sonra ötelere yol alıp Rabbi ile buluşur. Buluşmanın ardından dönüşünde yolda bir kubbe gördüğünde içeriye girip sohbet meclisindekilere kimler olduklarını sorduğunda “Biz kırklarız” diye kendilerini tanıtmışlardır. Bunun üzerine Allah Resulü iyi hoşta bu mecliste biri eksik gözüküyor, ona ne oldu ki? Diye sorduğunda cevaben; O Selman’dır derler. Akabinde kırklar meclisinin en önemli simalarından Hz. Ali (k.v) kolunu uzatınca diğer kırklardan biri bıçakla kolunu yarar yarmaz diğer kırklar meclisinin tüm can üyelerinin kolundan da aynı anda damla damla kanlar akıverir. Hatta aynı anda o sırada kubbenin penceresinden içeride ki meclisin tam ortasına da bir damla kan damlayıverir ki, o damlayan kan Selman’ın kanından başkası değildir elbet. Derken Selman elinde getirdiği bir üzüm tanesi ile içeriye girdiğinde Kırklar Meclisi bu üzüm tanesini Allah Resulünden paylaştırmasını diler. Allah Resulü o an bir tanecik üzümü nasıl pay edeceğini derinden derine düşündüğü o esnada Hızır misali cennetten bir tabak getirerek imdadına “Ey Muhammed! Bunu al şerbet eyle” diyerekten çözüm yolu gösteren Cebrail yetişir. Böylece Allah Resulü imdadına yetişen Cebrail’in öğrettiği şekliyle tabağa su koyup üzümü ezerekten şerbet yapıp kırklara pay etmiş olur. Kırklar pay edilen bu şerbetten kana kana içtiklerinde kendinden geçip “Ya Allah!” diyerek cezbeye kapılıp Hak aşkıyla “uryan bünyan” halde cem eyleyeceklerdir. Bu arada Kırklar meclisinde semah eylenirken Allah Resulünün başındaki mübarek sarığı kırk parça halde yere düşüverir. Kırkların her biri düşen bu parçalardan beline kuşak yapıp böylece kemerbest olurlar.
Ne diyelim, işte görüyorsunuz, Miraç yolculuğunda yaşandığı söylenen bu kıssadan hisse almak bu ya, Alevi ve Bektaşi ocakları Miraç yolculuğunda yaşananları dünden bugüne âdâb-usûl-erkân yönünden ritüel olarak cem halkasında yaptıkları ayinleriyle yâd eyleyerek bugünlere taşmışlardır. Kelimenin tam anlamıyla cem ritüeli, Allah Resulünün miraç dönüşünde gök kubbe altında kırklar meclisine konuk olduğunda yaşadıklarının temsili olarak cem halkasında müntesip canların Hak aşkıyla canlandırılmasından ibaret bir ritüeldir. Hakeza kırklar meclisini bir ritüel olarak yâd etmenin yansıra tekkenin hizmetinde koşturmakta kırklar meclisinin âdâb-usûl-erkânındandır. Öyle ki, Tekkede canları can olacağı bu hizmetler on iki başlık altında sırasıyla dedelik, rehberlik, gözcülük, çerağcılık, zakirlik, süpürgecilik, suculuk manasına sakilik, sofracı manasına kurbancılık, pervane manasına semahcılık, okuyuculuk manasına peykcilik, iznikçilik ve bekçilik şeklinde hizmet paylaşımına dayalı olarak kategorize edilip yürütülür.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ihya edilen cem törenlerinin birçok erkân türleri var olup bunlardan en dikkat çekenleri; ikrar ya da bir başka ifadeyle nasip alma erkânı cemi, musahiplik erkânı cemi, görgü erkânı cemi olarak kategorize edilirler. Bektaşilikte ikrar verme cemi soyuna sopuna bakılmaksızın belli bir eğitim sürecinden geçtikten sonra tıpkı Mevlana’ca ne olursa olsun gel çağrısında olduğu gibi cem halkasına dâhil olmakla Bektaşi müntesibi olarak kabul görürken, Kızılbaş Alevilikte ise Alevi anne babadan gelme şartıyla cem halkasına katılmakla Alevi mensubiyet bağı tasdik edilip kabul görür.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ‘Musahiplik erkânı’ müntesip canların tıpkı Allah Resulünün Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Muhacir-Ensar’ı birbirine kardeş kıldığı türünden bir uygulamayla anne-babaların ve eşlerinin tasdikiyle gerçekleşen yol kardeşliği erkânının ta kendisi bir uygulamadır bu. Şu da var ki dedelerin huzurunda gerçekleşen iki yol kardeşin doğacak olan çocuklarının tıpkı süt kardeşliğinde olduğu gibi birbirleriyle evlenemeyecekleri de takip ettikleri yolun âdâb-usûl-erkânı olarak hükme bağlanmıştır.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ‘Görgü Erkânı’ yılda bir kere müntesip canların tıpkı Nakşibendi tarikatının müritlerinin teveccühe girip şeyhin nazarı altına girmesinde olduğu gibi aynen Alevi-Bektaşi Pirinin de nazarı altında cem halkasında pirüpak bir şekilde yaptığı hatalara ve günahlarına pişmanlık duyaraktan arınma erkânı olarak uygulanır.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ‘Abdal Musa Erkânı’ ileri gelen müntesip canların kış aylarında Abdal Musa kurbanına karar kılınması neticesinde o yıl içerisinde kurbanlar kesilip görevlilerce ev ev dolaşıp lokmalar toplanıp bütün elem keder belalardan korunmaya yönelik bereketlenme cem erkânı olarak uygulanır.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ‘Koldan Kopan erkânı’ gençleri cem eylemeye alıştırmaya yönelik ruh aşılama erkânı olarak uygulanır.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ‘Dardan İndirme Erkânı’ ölen bir Alevi yoldaş canın sanki hayattaymışçasına onun adına velisi ya da vasileri tarafından insanlardan helallik alma erkânı olarak uygulanır.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ‘Muharrem Erkânı’ Muharrem ayında Kerbela şehitleri yâd etme erkânı olarak uygulanır.
-Alevi-Bektaşi kültüründe ‘Düşkünlük Erkânı’ bir takım suçları işleyen herhangi bir Alevi yoldaş canın pişmanlık duyup cezasını çektikten sonra toplum dışına itilmişliğinden kurtarılıp yeniden ceme katılmasına yönelik diyebileceğimiz düşenin elinden tutma türünden rehabilitasyon erkanı olarak uygulanır.
Devam edecek