Atatürk Üniversitesinden Biyoloji Bölümünden Prof. Dr. Mustafa Kuru, Prof. Dr. Adem tatlı, Prof. Dr. Kemal Solak, Prof. Dr. Zekeriya Altuner, Prof. Doç. Dr. İsmet Hasenekoğlu ve Prof. Dr. Eşref Yeğin gibi daha nice bizim üzerimizde emeği geçen hocalarımızın derste anlattıklarından tuttuğum ders notlarını üzerinde çalışarak makale haline getirmeyi çalıştım. Hele ki bugünlerde orman yangın haberleriyle yatıp kalktığımızda bu dönemde bitkilerin hayatımızda yeri ve öneminin geçte olsa farkına varılması öğrencilik yıllarında tuttuğum bu ders notlarımın ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Bilindiği üzere bitki âlemi ilgili bölüm botanik bilimidir. Biyolojinin önemli kolu olan botanik bile kendi içerisinde genel botanik, sistematik botanik ve uygulamalı botanik diye üç başlıkta incelenmektedir. Konumuzun gereği biz daha çok sistematik botanik ile ilgileneceğiz. Çünkü bitkilerin iç ve dış yapısını, bir takım fiziki ve kimyasal özelliklerini, üreme organları ve orijinleri itibariyle kendi aralarındaki benzerlik ve farklılıklara göre tasnifleyip, sonra bitki kataloğu şeklinde ortaya çıkan adından söz ettiren şimdilik “sistematik botanik” bilim dalı olarak gözükmektedir. İşte bu sistematik botanik sayesinde bitki topluluklarına ait en küçük temel birimin “tür” olduğunu fark edip, bu arada birbirine yakın duran aynı tür bitki cinslerin benzer cins familyaları, benzer familyaların takımları, benzer takımların sınıfları, benzer sınıfların ise kolları meydana getirdiğini öğrenmiş oluyoruz. Nasıl ki maddenin en temel birimi atom kendi içerisinde en küçük birimlere ayrılabiliyorsa aynen öylede bitki toplulukların en alt kademesinde yer alan türlerde kendi iç âleminde alt tür, ırk, varyete ve form tarzında diyebileceğimiz bir bitki sistematiği eşliğinde birbirinden ayrı olarak tasniflenirler. Şöyle ki; türler Carl Von Linne’nin 1753 itibariyle ortaya koyduğu cins kavramı adı altında iki kelimelik bir tanımlamayla tasniflenmiştir. Yani iki kelimelik ifadeden ilk olanı cinsi, ikincisi ise türü temsil etmektedir. Mesela tek kelimelik ‘Pinus’ derken tüm çam türlerini anlarız, ikinci kelimenin ekinde ki ‘...aceae’ ise çama benzer diğer iğne yapraklıları kapsadığını algılarız. Nitekim ‘Pinus nigreae’ derken sınıflama yapıp ister istemez karaçam olduğunun farkına varmış oluruz. Hakeza ‘Pinus pinaceae’ gibi diğer çam türleri de öyledir. Hatta çiçekler içinde aynı durum söz konusudur. Zira ‘Viola’ menekşe cinsini, ‘Tricolar’ üç renk manasına gelmesi hasebiyle “Viola tricolor” üç renkli menekşe diye isim alırlar. Bu arada Uluslararası Botanik kongrelerinde bitki sistematiğinde kullanılan tanımların ve isimlendirilmesi noktasında ortak bir dil kullanılması gerektiğine dair alınan karar gereği bitkilerin Latince olarak telaffuz edilmesi oy birliği ile kabul gördüğünü belirtmekte yarar var.
Bitkilerin karmaşık yapısı incelendiğinde onlar sıradan ve tesadüfî meydana gelmiş varlıklar olmayıp, bilakis koskoca sistematik bir âlem karşısında Yaratıcı bir kudretin varlığına işaret varlıklar olduğunu idrak etmiş olmuruz. Dahası Linne sisteminde yer alan biyolojik taksonomi, aslında Yaratılış gerçeğini ortaya koymaktadır. Çünkü sistematik sınıflandırma aynı zamanda düzen demektir. Nitekim bu müthiş nizami düzende evrimcilerin iddialarını karşılayacak bir nizamsız yapı veya ansızın tesadüfü oluşmuş yapıların yer alacağı tablo gözükmemektedir. Dolayısıyla bu tür düşüncelere kulak verilseydi taksonomik sınıflandırmada hangi tür bitkinin nerede sonlanacağı veya hangi bitki türünün nerede başlayacağını önceden tespit etmek mümkün olmayacaktı. Belli ki Yaratıcı diğer canlılarda olduğu gibi bitkilere has benzer işlevleri benzer yapılarla donatmış, farklı işlevleri ise farklı tasarımlarla donatmıştır. Asla en küçük benzerlik tüm bitki türlerinin aynı ortak bir atadan evrimle türediğini ispatlamaya yetecek doneler değildir. Tam aksine bitkiler için tabii seleksiyon çok önceden tasarlanıp canlı âlemin hizmetine sunuluşundan itibaren o gün bugündür mevcut durumun elenmeye fırsat verilmeyecek şekilde (doğal seleksiyon) korunmaya alınmıştır. O halde bu mükemmel donanımlı bitki âlemini genel itibariyle şöyle şematize edebiliriz:
BİTKİ ÂLEMİ
ALT ÂLEM KOL ALT KOL SINIF Bir hücreli bitkilerBakteriler
Su yosunları
TALLI
BİTKİLER
Algler
Cıvık mantarlar
Gerçek mantarlar
Likenler
YÜKSEK
BİTKİLER
Kara yosunları
Damarlı çiçeksizler
Tohumlu Bitkiler
Açık tohumlular
Kapalı tohumlular
Bir çenekliler
Çift çenekliler
Malumunuz tohumlu bitkilerin yeryüzünde takriben sayıca 250.000’i bulan türü olduğu tahmin edilmektedir. Bu bitki türleri daha çok kara kıta sahanlığının hâkim olduğu bölgelerde neşvünema bulup, tümünü ortak paydada buluşturan tek yegâne unsurun tohumdan üremiş oldukları gözlemlenmiştir. Ayrıca tohumlu bitkileri diğerlerinden farklı kılan özellik; üreme organlarını çevreleyen kısımların rengârenk çiçeklerle donatılmış olmasıdır. Aynı zamanda tohumlu bitkilerin kendi aralarında kapalı tohumlu ve açık tohumlular diye iki ana başlıkta incelenmesi bu türlerin önemini ortaya koymaktadır.
Kapalı tohumlulara ait tohum bir zar kafesinde muhafaza edilirken açık tohumlular da böyle bir koruyucu şemsiyeden eser görülmez. Bu yüzden açık tohumlularda tohum yaprağı (çenek) iki veya daha fazla sayıda sahne almaktadır. Kapalı tohumlularda ise korundukları kafes içerisinde çenekler ya tek ya da çift çenekli olarak bulunurlar. Örneğin bahçe bitkileri, tahıllar, geniş yapraklı ağaçlar ve çimenler bu türdendirler. Dahası kapalı tohumlularla bir kısım damarlı bitkiler kök, gövde ve yapraklardan oluşan bir sisteme sahiptirler. Bu sistemin temelini elbette ki diğer canlılarda olduğu gibi bitki hücreleri oluşturup, hücrelerin bir araya gelmesiyle de bitki dokuları meydana gelmektedir. Dolayısıyla bitki dokularının parankima, kollankima, sklerankima, epiderma, endoderma ve taş hücreleri gibi hücrelerden meydana geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yüzden bitki dokularına umumiyetle meristem denmektedir. Mesela bitkinin gövde ve dalları apikal meristem hücrelerinin bir araya gelmesiyle vücut bulmaktadır. Yani apikal meristem hücrelerin farklılaşmasıyla primer (ilk) doku oluşup, bu dokunun gelişmesi tamamlandıktan sonra kök ve gövdenin yüzeyine yakın kısımlarında yer alan lateral hücrelerin (kambiyum) devreye girmesiyle birlikte sekonder (ikinci) doku aşamasına geçilir. Hatta söz konusu bu doku aşamasıda odunsu (ksilem) hale gelmesiyle birlikte su ve minarellerin taşınma işlemleri kendi iletim kanal vasıtasıyla rahatlıkla gerçekleşmiş olur. Böylece soymuk (floem) doku ve ksilem işbirliği sayesinde bitki için gerekli olan besin ve mineral aktarımı vuku bulur.
Yeryüzünde canlıların dağılışını inceleyen bilim dalına canlı coğrafyası denmekte olup, iki kısma ayrılır:
-Bitki coğrafyası (flora),
-Hayvan coğrafyası (fauna) diye. Yani bitkilerin yaşadığı ortama flora denip hayvanlarınkine ise fauna diye adlandırılır.
Bitki ekolojisi
Bitki ekolojisi küçük bitki gruplarından büyük bitki gruplarına kadar tüm bitkilerin çevreyle olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Bitki ekolojistleri tarafından yüksek bitkilerle hayvanlar arasında bariz farkı görmek kolay olsa da tek hücrelilere inildikçe bu farklılıkları ayırt etmekte güçlük yaşandığı muhakkak. Zira tek hücreli bitkiler de hayvanlar gibi hareket kabiliyeti gösterebiliyor. Nitekim Euglena ve diğer tek hücreli canlılarda tüy ve kamçı benzeri hareket organları mevcuttur. Keza mantarlar da hayvanlar gibi beslenme tarzı ortaya koymalarına rağmen bitki grubuna dâhildirler. Bilindiği üzere mantarlar klorofil maddesinden yoksun olduklarından kendi gıdalarını üretemezler. Bu yüzden bitki kökleri tarafından salgılanan organik asitler, amino asitler, şeker ve vitaminler üzerine hazır konaklayıp parazit veya saprofit tarzı hayatını devam ettirmek mecburiyetindedirler. Bu arada sakın ola ki parazit yaşamlarına aldanıp ta onlara işe yaramaz varlıklar gözüyle bakmayalım. Çünkü mantarlar nitrojen ve karbon döngüsünde çok mühim rol oynamaktalar. Özellikle karayosunları ve tohumlu bitkilerin köklerinde bakterilerle ortaklaşa kurdukları işbirliği sonucu topraktaki mineral ve elementleri ayrıştırıp, böylece beslendikleri bitki köklerine karşı şükran borcunu ödemiş olurlar. Bir başka ifadeyle toprağın bağrında sessiz sandığımız birtakım bakteri ve mantarlar, ölmüş bitki artıklarını adeta mıntıka temizliği yaparcasına sentezleyip ayrıştırarak ekolojik dengeye hizmet etmekteler. Hele bilhassa mantarların ürettikleri diyastaz fermenti sayesinde söz konusu artıkların odun maddesin üzerindeki bileşikleri su, karbonik asit ve amonyak gibi unsurlara ayrılarak bir çeşit mıntıka temizliği eylemi gerçekleştirirler. Bu arada mıntıka temizliğine iştirak eden bakterilerde boş durmayıp hem selülozu glikoz moleküllerine dönüştürmekteler, hem proteinleri daha basit azot bileşiklerine ayrıştırıp parçalamaktalar hem gıdalanmaktalar hem de hayatta kalan bitkilerin köklerini besleyerek çevrenin temizlenmesine yardımcı olmaktalar. Bu demektir ki bakterilerin en elzem öncelikli işi selülozu şeker moleküllerine parçalayaraktan humus hale gelen toprağı bitki lehine faydalı olacak şekilde beslenme ortamını elverişli hale getirmektir. Anlaşılan o ki sonbahar da birçok bitki küçük bir kıyamet arafesi yaşayarak adeta vedalaşırcasına yapraklarını tel tel dökmekteler. Neyse ki cenazeleri ortada kalmamakta. Çünkü mantar ve bazı bakteri türlerine ait birtakım saprofitlerin devreye girmesiyle birlikte gerçekleşen temizlik hareketi imdada yetişmektedir. Zaten bu temizlik hareketi olmasaydı çevremiz pis kokulardan geçilmeyecekti. Bir başka bilinen gerçekte şudur ki bakterilerin ortalama her 20 dakikada bölünüp iki yeni hücre halinde çoğalmaları hadisesidir. Fakat bu mantıktan hareket edildiğinde yeryüzü sathının bakterilerle kaplı olması gerekirdi. Belli ki bu noktada ekolojik denge olayı imdadımıza koşmaktadır. Mesela karasinekler bakterilerden beslenerek ekolojik denge ayarı yapmaktalar. Öyle ki her şey bir plan dahilinde kontrol edilerek ekolojik nizam sağlanmaktadır. Belki de karasinekleri tamamen yok etmeye kalkışsaydık etrafımız pis kokulardan geçilmeyeceği gibi birçok hastalıklara kapı aralanıp toplu ölümlerden yakamızı kurtaramayacaktık. Malumunuz bir zamanlar Avustralya’nın keşfiyle birlikte göçmen akınına uğrayan yerlerde Amerika’dan sipariş edilen kaktüslerden sınır boylarına çitler oluşturulmuştu. Ama gel gör ki bu bitki hiçbir sınır tanımadan hızla her tarafa yayılıverdi. Bu durum karşısında çareyi kaktüsle beslenen böceği getirmekte buldular. Böylece kaktüsler bir anda böcekler tarafından tükeniverdi. Fakat ortada kaktüs kalmayınca bu seferde maalesef böcekler açlıktan duman oluverdiler. İşte tabiat dengesinin alabora olması olayı nedir sorusunun cevabı bu tip örneklerin esrarında gizlidir.
Şurası muhakkak hayvanların birçok eyleminde içgüdü denen kendilerine özgü iradi dürtüleri söz konusudur, ama bu iradi dürtüler bitki için asla geçerli değildir, onlar için söylenebilecek tek söz gizli bir ilahi gücün yüklediği program dâhilinde belli bir gayeye yönelik seferber oldukları gerçeğidir. Elbette havada uçan bir kuş ile rüzgâr vasıtasıyla bitkiden salınan tohumların havada uçması aynı şeyler değildir. Birinde iradi bir refleks var, diğerinde ise dış tesirlerin etkisi vardır. Bu yüzden bitkilere daha çok gıda imalathanesi gözüyle bakmak daha uygun düşer. İşte tüm canlılar bu gıda âlemi sayesinde kâinat ağacının altında hem nefes alıp gölgeleniyorlar hem de bin bir lezzet içeren tüm taamlarla beslenmektedirler. Her şeyden öte bu kâinat ağacı daha çok Yüce Allah tarafından eşrefi mahlûkat olarak ilan edilmiş insana hizmet için adeta birbirleriyle yarışır haldedirler.
Bitki Coğrafyanın Tarihçesi
Madem yeryüzü her türden bitki ile donatılmış, o halde tüm bitki âleminin bir coğrafi tarihi olması gayet tabiidir. Şöyle ki; Bitki coğrafyası üzerinde ilk ciddi çalışma şerefi Alman Alexander Von Humboid’e ait olup bilim dünyasına “Bitkilerin coğrafyası üzerine düşünceler” adlı bir kitap yazmakla damgasını vurmuştur. Özellikle bu eser daha çok bitki yayılışlarından bahsetmektedir.
1822’de Danimarkalı Schouw Bitki coğrafyasını ana hatlarını izah eden bir kitap neşredip, yeryüzünü 22 flora bölgesine ayırmıştır.
De Condelle; “Gerekçeli Bitki Coğrafyası” adlı eseri neşretmiştir.
Gribach; “Yeryüzünün Vejetasyonu” adlı eseriyle yeryüzünü 24 vejetasyon bölgesine ayırmıştır.
1875’ ten sonra bitki coğrafyası üzerinde çalışmalar 4 yönde gelişme gösterip, bunlar:
“ -Floristik Bitki Coğrafyası(Engler, Viels),
-Ekolojik Fizyolojik Bitki Coğrafyası(Dıude, Waıning, Schimper Walter),
-Sosyolojik Bitki Coğrafyası:
a- İskandinav ekolü
b- Alman ekolü
c- Zürih ekolü
-Tarihi Genetik Bitki Coğrafyası” tarzında kategorize edilir.
Yeryüzü bitki örtüsü ve bunların yayılışını inceleyen bilim kolu floristik coğrafya olarak bilinmektedir.
Bitki toplulukların yapı ve meydana gelişlerine tesir eden faktörleri sosyolojik bitki coğrafyası incelemektedir.
Yeryüzünü kaplayan bitki örtüsünün jeolojik devirler boyunca geçirdiği değişiklikleri ise genetik bitki coğrafyası incelemektedir.
Florostik bitki coğrafyası
Florostik bitki coğrafya, bir bölgenin hangi taksonlardan meydana geldiğini tespit edip hangi alanlara yayıldığını belirleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı sayede bir bitkinin belli bir sınırlar içerisinde bulunduğu yere o türün yayılış alanı (areal) olduğunu öğrenmiş oluruz. Yani bir haritada yer alan en dış noktaların birleştirilmesiyle ortaya çıkan sınırlı bölge o bitkinin yayılış alanını göstermektedir. Şayet bitkinin yayılış alanına insanların etkisi olmuşsa bu yayılış alanına suni areal, insanların etkisi olmamışsa doğal areal adı verilir. Ya da herhangi taksona ait areal tam örtülü ve birbirine bağlı olduğu durumlarda kapalı veya sürekli areal kavramlarla ifade edilen tanımlarla karşılaşırız. Ancak söz konusu bu alanlar birbirinden çok uzakta iki veya daha fazla takson halde iseler dağınık veya süreksiz areal olarak ifade edilirler.
Bitkilerin yayılmasına etki eden faktörler
Bitkilerin yayılışını bir benzetmeden hareketle ancak şöyle diyebiliriz: Türkler Ergenekon’dan çıkış yapıp dünya sathına yayılır da, bitkiler de bir noktadan çıkış yapıp yayılmaz mı, elbet yayılırlar. Dolayısıyla yeryüzünde genellikle bir takson tek bir yerden etrafa yayıldığı (monofiletik), hatta yayılmakla kalmayıp farklı noktalardan hız kazanarak potansiyel taksonlar ürettiği artık bir sır değil. Bu yüzden bir taksonun belli bir yerden çıkış yapmasıyla birlikte neşvünema bulduğu gelişme merkezlerine gen merkezi denmektedir. Nitekim Verbascum bitkinin 400’e yakın türün 225’i Anadolu’da yayılmıştır. Bu yüzden Anadolu verbascum cinsinin merkezi sayılır.
Bir arealin sınırları genellikle 2 şarta bağlıdır:
-Bitkinin yayılma kabiliyeti, yani bir bitkinin diaspora'sına (saçılma, tohum saçma, zerreler halinde dağılma, tohumla üreme, vejetasyon çoğalma) bağlıdır.
-Diasporaların çimlenme, köklenme ve diğer bitkilerle rekabet edip, çiçek ve tohum hâsıl etme kuvvetine bağlıdır. Mesela Diaspora’ların çok kolay yayılma kabiliyetinde olan mikroorganizma veya spor bitkilerin bakteri ve küf mantarları hava içerisinde toz ile karışmış halde bulunabiliyor.
Bitkiler ya dış kuvvetlerin etkisiyle ya da kendiliğinden yayılırlar. Dış kuvvetlere su, hayvan, insan ve rüzgâr vs. faktörleri örnek verebiliriz. Hatta bazı bitkiler kuşları kendilerine çekme becerisi sergileyebiliyorlar. Böylece hayvan farkına bile varmadan bitkiye ait tohum, polen ve birtakım parçacıkları başka coğrafyalara taşıma görevi üstlenmiş olur. Hatta sadece tohumlar değil tıpkı Amerika’da bir kaktüsün ters diken kancası vasıtasıyla hayvanın derisine tutunmasında olduğu gibi kendini ötelere taşıttıran bitkiler de söz konusudur. Örnek-Meksika’da yaşayan Jumping Colla (Atlayan kaktüs).
Kendiliğinden yayılan bitkiler, adı üzerinde hiçbir vasıtaya ihtiyaç duymayan bitkiler demektir. Böylece kendi beceri ve kabiliyetleri doğrultusunda tohumlarını çevreye fırlatıp yayılmaktalar. Örnek- Ecballium elaterium (eşek hıyarı), Fragarıa vesca (çilek)
Bazı bitkilerin arealleri ise stabil kalmaktadır. Sanki öz vatanından çıkmak istemeyen bir tutum sergilemeyi yeğlemekteler. Mesela esas yayılma alanı kuzey kutup bölgesi olan Arabis alpina’nın halen orta Avrupa'da ki tek haldeki arealleri 400 yıldan beri hiç değişikliğe uğramadığı gözlemlenmiştir.
AREAL TİPLER
Areal tipler; kozmopolit ve endemik bitkiler olarak iki kategoride tasnif edilirler. Endemikler de kendi içerisinde Paleoendemik ve Neoendemik diye ikiye ayrılır. Malum olduğu üzere tür arealleri cinslerden daha dar kapalı alanda yerleşik faaliyet içerisindeler, cins arealleri ise familya areallere nispeten daha dar kapalı alanda manevra yapmaktalar. Tabii ki beş parmağın beşi bir olmaz, kimi daha açık, kimi daha kapalı alanda faaliyet sergilemesi gayet tabiidir. Şurası muhakkak bir bitki alanı genişledikçe kozmopolitlik oranı da o ölçüde artmaktadır. Bu yüzden geniş yayılış gösteren bitkilere kozmopolit bitki denilip, bunlar daha çok edatif ve klimatif yönden fazla seçicilik göstermeyen tipler olarak bilinmektedir. Kozmopolit bitkilere;
“-Planktonların büyük bir kısmı ve likenler,
-Su bataklık bitkileri,
-Ruderal tarla bitkileri,
-Halefit bitkiler” örnek gösterilebilir.
Hazır su bitkilerinin adını anmışken bu arada fitoplanktonlardan da söz edebiliriz pekâlâ. Evet, onlar denizlerin yeşil renkli ve tek hücreli bitkileridirler. Siz siz olun yine de fitoplanktonların öyle bir hücreli olmasına bakıp ta onlara basit bir gözle değerlendirmeyin. Çünkü fitoplanktonlar atmosferde ki oksijenin yarısından çoğunu karşılayacak derecede adından söz ettiren bitkilerdir.
Kırsal alanda yaşayanlar iyi bilir, şöyle insan evinden çıkıp kendini araziye koyulduğunda gerek yol kenarlarında, gerekse yol kenarları boyunca dizilmiş tarlaların etrafında bizleri içten içe selamlayan bitki topluluklarıyla karşılaşacağımız muhakkak. Onlarla öylesine hemhal olmuşuz ki onlarla sadece yol ve tarla kenar boyunca karşılaşmıyoruz, şehir ve istasyon çevrelerinde bile her an görebiliyoruz. Fakat hemen hemen her yerde görmemize rağmen yine de bunlar daha çok tarla bitkileri anlamına gelen Ruderal bitkiler diye bilinmektedir. Örnek: Chenopodium album (sirgen), Cynodon dactylon (Ayrık otu), Polygonum aviculare (madımak), Plantagomajor (sinir otu), Taraxacum officinale (Arslan dişi).
Tabii ki kırsal alanlarda yaşayanlar kadar tuzlu su yatakları ve deniz kıyısında yaşayanları da selamlayan bitkiler var ki, bu tür yayılan bitkiler halefit bitkiler (Tuzcul bitkiler) diye adından söz ettirir. Örnek: Salicornia herbacea, Suaeda maritima
EndemiklerYukarıda da bahsettiğimiz üzere dar ve kapalı areala sahip bitkilere endemik bitkiler adı verilmektedir. Özellikle Havai adaları, Himalaya dağları, Güneydoğu ve Doğu Anadolu florası endemik bakımdan zengindirler. Bu yüzden zenginliğine binaen Endemik bitkiler; Paleoendemikler ve Neoendemikler diye iki grupta mütalaa edilirler:
-Paleo endemikler
Bunlar jeolojik devirlerde geniş yayılış alanına sahip olup fakat günümüzde dar bir sahaya haps olmuş, aynı zamanda kalıntı halinde yayılan bitkilerdir. Yani yayılma kabiliyetini yitirmişlerdir.
Örnek–1 Üçüncü zamanda teşekkül eden Liguidamber Orientalis (Güney batı Anadolu –Muğla, Burdur).
Örnek–2 Ginkgo bilabo- Jura devri, Chekiang eyaletinde görülür.
Örnek–3 Weltwitschia mirabilis- Güney Angola’da Namib çölünde yaygın görülür.
-Neoendemikler
Bunlar dar alanda hâsıl olurlar. Mesela Türkiye florası 9000’i aşkın sayıda neoendemikler bakımdan zengin olduğu belirlenmiştir. Özellikle bu alanla ilgili Verbascum, Astragalus, Asylum, Isatis ve Salvia türleri örnek gösterilebilir.
VİKARİYANTLAR
Aralarında sistematik bakımdan yakınlık bulunan taksonların farklı bölgelerde veya ekolojik ortamlarda birbirlerini temsil etmelerine Vikariyants denmektedir. Dolayısıyla vikaryant familyalara;
“-Kuzey yarım kürede Conifera (Kozalaklılar) sınıfından Pinacea familyası,
- Güney yarım kürede Araucarıaceae familyasından olanlar,
-Abies Nordmanniana (Kuzey Göknarı- Kuzey Anadolu),
-A.Cilicia (Toros Göknarı- Güney Anadolu),
-Erica arborea (Kuzey Anadolu),
-E. Verticillata (Güney Anadolu) vs.” örnek verilebilir.
Yukarı da verilen örneklerden anlaşılan o ki; Abies ve Erica türleri Anadolu’nun Kuzey ve Güneyde aynı cinsi temsil eden Vikaryant türleridir.
Ekolojik türlere ise Alp dağlarındaki kireçli ve silisli topraklarda bulunan bitkiler örnek verilebilir. Şöyle ki;
Örnek–1 Kireçli topraklar- Ranunculus alpestris, Primula auricula ve Rhodendron hirsutum.
Örnek–2 Silisli topraklar-Ranunculus gracilis, Primula hirsuta ve Rhodendron ferrugineum.
(Devam edecek)