Bu yangınlar hatırımızdan hiç çıkmayacak
Yangınlar hepimizin iliklerini yakmaya devam ederken Türk siyasetindeki abukluklar da sinir uçlarımızı sızlatmaktan hiç geri kalmıyor. Çıkan onca yangın pek farklı boyutuyla tartışıldı, tartışılmaya da devam ediliyor. Ama yıllar geçtikten sonra herkesin hatırında kalan husus yitirilen canlarla birlikte uçak krizi olacak diye düşünüyorum. Tabii bir de ülkeyi yönetenlerin hadsizliği hiç hatırlardan çıkmayacak. Nasıl çıksın ki ?
Neden gereğini yapıp tartışmalara noktayı koymuyor ?
Yangınların halen bir iklim krizi neticesinde mi ortaya çıktığını yoksa bir terör örgütünün kundaklama eylemleri neticesinde mi ortaya çıktığını öğrenebilmiş değiliz. Halen yetkililer bu konuda net bir açıklama yapabilmiş değil; yarım ağız bir şeyler geveleniyor ama halen bu yangınların kaynağı topluma açıklanabilmiş değil. Eğer bir terör örgütünün eseriyse İçişleri Bakanlığı halen neden susuyor ? Neden gereğini yapıp kamuoyundaki tartışmalara noktayı koymuyor ?
Bir kez daha; kel alaka masallar…
Canı her sıkıldığında, köşeye her sıkıştığında işi terör örgütlerine öyle ya da böyle bağlamayı başaran efendiler bu hassas meseleyi de ne yazık ki yalama yaptı. Bu belirsizlik devam ettiği sürece, net deliller ortaya konamadığı sürece kimse bunun bir terör eylemi olduğuna inanmaz, inanmasını da hiç kimse bekleyemez. Bekleyemez çünkü ulusal güvenlik hakkındaki söylemlerin itibarı artık Pinokyo’yla Yalancı Çoban arasında bir eksene yerleşti. Kel alaka masallar…
Monşer diye rendelediğiniz o itibar
Eften püften her meselede birilerini terörist ilan etmeye kalkarsanız, birilerini hedef göstermeye çalışırsanız kim size inanır ? Böyle böyle devletin yetkililerine ve kurumlarına olan güveni monşer diye rendelerseniz gün gelip o itibar size lazım olduğunda yanınızdakilerden başka kimse söylediğinizi dinlemez, dinlese de güler geçer. Eğer bir terör eylemiydiyse bu yaşadıklarımız acilen zanlılar için geren adımları atarak toplumu bilgilendiriniz; eğer bir iklim krizinin neticesiydiyse de toplumun nefretini bir zümreye yönlendirme çabalarınızdan vazgeçiniz.
Omurganızı çiviyle yerine mi sabitlediler ?
Memleket yanmış, yetkililer halen ne olup bittiğine dair tatmin edici bir açıklama yapmayı beceremiyor. Hadi yetkililer tek bir ağızın emir eri de kendisine gazeteci, yazar bilmem ne diye unvan yakıştıranlar ? Ülkede olanların saçmalığını dillendiren herkesi hedef göstermekle meşguller. Gazetecimsi arkadaşlar; zat-ı alileriyle özel yayına çıktığınıza arkanıza yaslanamadınız. Hayırdır herhangi bir rahatsızlık hasebiyle omurganızı çiviyle yerine mi sabitlediler ? Öyleyse geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, umarım en kısa sürede toparlanabilirsiniz.
Değnek efendi misiniz siz ?
Ama eğer arkanıza yaslanamayışınız size bağlanan mama hortumlarının bir gereğiyse ve şakşakçılığın çivileri omurganızı öyle değnek gibi diktiyse de size biraz vicdan, biraz da gurur diliyorum. Memleket yanarken değnek efendi gibi otururken zat-ı alilerini arkanıza dahi yaslanamadan övüp durmaktan utanmanızı diliyorum. Zat-ı alilerinin karşısında değnek efendi gibi oturduktan sonra orada burada muhalefetin durumunu analiz etmeye çalışırken yayvan ağızla muhalefetin tüm aktörlerini, muhalefet partilerini destekleyen tüm vatandaşları kendilerince tiye alıyorlar bir de bu gazetecimsi tipler.
Muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı kim ?
Yarın iktidar değiştiğinde insanların yüzüne bakmaktan utanmayacaklar mı diye düşünmeye başlıyorum, sonra şu hallerine bir bakıyorum kendi yanıtımı buluyorum. Allah vere de yarın öbür gün AKP’li kara günler başlığıyla köşe yazısı yazmaya kalkmasınlar. Yapabilirler çünkü inanın şaşırmam. Bu gazetecimsi arkadaşların yapacağı hiçbir şeye şaşırmam, şaşırmam artık da hakkını vereyim bir konuda halen eskisi kadar olmasa da iş yapmayı başarıyorlar ve bu durum beni şaşırtıyor. Algı yönetimi konusunda, muhalefet seçmenlerinin içine kurt düşürmek konusunda eskisi kadar olmasa da iş yapmayı başarıyorlar. Şaşırtıcı değil mi ?
31 Mart 2019 ve 23 Haziran 2019 tarihleri üzerinde durulması gereken iki önemli tarih diye düşünüyorum.
Bu iki tarih Türkiye’de uzun yıllar sonra ilk kez ciddi bir değişimin mümkün olduğunu gözler önüne sermesi bakımından dikkate değer.
Bu iki tarih herkese gösterdi ki; siyasette yenilmez diye bir kişi ya da bir parti yok. Siyasette herkes kazanabilir ve herkes kaybedebilir.
Her zaman söylediğim gibi siyaset en basit tabiriyle bir oyun kurma sanatı. Oyunu kurabilen, rakibinin repliğini yazıp eline tutuşturan işi götürür.
Bu iki tarihe kadar Türkiye’de muhalefet oyun kuruculuğu noktasında talihsizdi. Kolay kolay gündemi belirleyebilen taraf olmadı, olamadı.
Gündemi belirleyemediği gibi her zaman iktidarın kendisine çizdiği sınırlar içinde bir şeyler yapmaya çalıştı, bu sınırı aşamadı.
Aşamadığı gibi de iktidara her zaman istediği hamleleri hediye etti, iktidarın her zaman elini güçlendirdi, istediğini verdi.
Bu durum CHP’nin, İYİ Parti’ye seçime girebilmesi için 15 milletvekilini ödünç vermesiyle değişmeye başladı, 2019’da da kendisini hissettirdi.
Muhalefetin amiral gemisi olan CHP, toplumu daha iyi anlamaya başladı, siyasette tekel olmak yerine uzlaştırıcı aktör olarak herkese var olma şansı tanımayı seçti.
Böylece iktidarın çizdiği sınırlar CHP’ye dar gelmeye başladı daha sonra da CHP kendi sınırlarını kendisi tayin etmeye başladı, oyun alanını kendisi belirledi.
İYİ Parti alternatifinin ortaya çıkışı, Millet İttifakı birlikteliğinin oluşması ve şimdi yeni kurulan partilerin de bu birliktelik ruhuna uyum sağlayacağını hissettiren açıklamaları dengeleri bozdu.
Bugün Türkiye’de herkes Kılıçdaroğlu’nun, Akşener’in, İmamoğlu’nun, Yavaş’ın ağzından çıkacakları duymak için sabırsızlanıyor. Birileri ne mesajlar vereceğini öğrenmek için sabırsızlanıyor.
Birileri de acaba bu konuşmalardan bir şeyler çıkarıp bu oluşan atmosferi baltalamak için fırsat kolluyor. Sebebi çok da fark etmeksizin öyle ya da böyle herkes bu aktörleri duymak istiyor.
En basitinden bu durum dahi oyunu kimin kurmaya başladığını göstermek için yeterli.
Oyunu kuranlar, gündemi tayin edenler artık değişiyor ve bu değişimi gerçekten toplumu okuyabilen herkes rahatlıkla görebiliyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kazığı toplumun böğrüne saplanırken efendiler, karşı tarafın bir araya gelemeyeceğini; gelseler de bu birlikteliğin uzun süremeyeceğini öngörüyorlardı.
Farklı partilerin, farklı aktörlerin bu kadar uzun süre boyunca böylesi bir uzlaşıyı gösteremeyeceklerini düşünerek meydanın onlara kalacağını düşünüyorlardı.
Bunun için o dönemki konuşmalara, açıklamalara, demeçlere şöyle bir göz ucuyla bakmak dahi yeterli. Ama gelin görün ki aşk beni neyledi ?
Hesap cebe yamuk yapınca beklemedikleri bir tabloyla karşı karşıya kaldılar.
Giderek yaşanılamaz hale gelen Türkiye karşısında birbirinden farklı partiler rahatlıkla demokrasi için, özgürlük için, adalet için, refah için bir araya geldiler.
Bu birlikteliği sürdürmek noktasında da kararlı şekilde adım atmaya devam ediyorlar.
Tüm bu terane, tüm bu panik, tüm bu telaş, tüm bu velvele ve tüm bu kızgınlık bu yüzden işte.
Bu yüzden ergenlik günlerinin başında arada yoklayan öfke krizlerini andıran hareketleri izliyoruz.
Bu gazetecimsi değnek efendiler de memleketin hiç derdi, tasası yokmuş gibi oraya buraya çıkıp muhalefete dair saçma sapan iddialarda bulunuyorlar.
Ve üzülerek gözlemliyorum ki sistematik olarak devam eden bu birbirine düşürme girişimi bazen gerçekten insanları etkileyebiliyor.
İşte bunu başarmalarına şaşırıyorum doğrusu…
Yok efendim Millet İttifakı içinde kriz varmış, Millet İttifakı dağılacakmış, ortak Cumhurbaşkanı adayı arayışları havlu attırmış…
Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu’na biraz kırgınmış; Meral Akşener de Mansur Yavaş’a kızıyormuş…
Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu’na ters bakmış; Ahmet Davutoğlu da Mithat Sancar’la küsüşmüş de bilmem ne, bilmem ne !
Magazin programlarını andırmayacak tatta bir şeyler geveleyip, muhalefetin uzlaşıyı sağlayamayacağına dair bir algıyı yerleştirme sevdasına tutulmuş değnekçiler.
Maazallah omurlardan çivi, mideden mama çıkarsa sonra ne olacak tabii ?
Tutturmuşlar bir Cumhurbaşkanı adayı meselesi…
Memleket yanarken bile ekranlara çıkıp bunu tartışabilecek kadar kendilerine olan saygılarını yitirmişler.
Kemal Kılıçdaroğlu mu olacak Meral Akşener mi, Abdullah Gül mü, Mansur Yavaş mı, Ekrem İmamoğlu mu, Zühtü Arslan mı, Haşim Kılıç mı, Ali Babacan mı ?
O olursa bu oy vermezmiş; bu olursa şu oy vermezmiş…
Muhalefet daha bir aday ortaya çıkartmaktan acizmiş…
Seyyal Taner’in şarkısı diyor ya ‘’Hadi canım sen de, sen de, sen de !’’ diye işte bu değnekçilerin vaziyeti aynı böyle…
Lütfen bu baştan aşağı saçmalıktan ibaret olan siyasi dedikodulara kafa yorarak uzlaşı ruhuna zarar verecek çıkışlar yapmayınız efendim.
Cumhurbaşkanı adayını hepimiz biliyoruz, tanıyoruz aslında.
Kim mi bu Cumhurbaşkanı adayı ?
Atatürk ilkelerine, Cumhuriyet değerlerine bağlı biri olacak. Yetkilerini hızlı iyileştirmeler ve parlamenter demokrasiye geçiş için kullanacak biri olacak. Toplumun ürünü olan bir anayasa için demokrasinin kurumlarını işletecek biri olacak. Toplumu kucaklaştırmayı becerebilen biri olacak. Muhalefetin tüm aktörlerinin oy verebileceği biri olacak. Her türlü ayrıştırmaya karşı biri olacak. Tüm özgürlükleri tesis edebilecek biri olacak. Liyakat esasını önemseyen biri olacak. İyi eğitimli ve tecrübeli biri olacak. Egosunu tatmin etmiş biri olacak.İşte muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı bu özellikleri barındıran biri olacak.
Kulisler öyle karışık ki…
Kimisi Kemal Bey’e hayırlı olsun diyor, kimisi Ekrem Bey diyor, kimisi Mansur Bey diyor, kimisi Meral Hanım’ın yolu açılıyor diyor…
Anketler öyle ya da böyle bir dönemin sonuna geldiğimizi gösteriyor.
Adayın bu kriterlere sahip olması ve yeni siyasete uygun başarılı bir kampanya sürdürmesi kazanmak için yeterli.
Uzlaşı ruhunu zedelemek için ortalığı karıştırmaya çalışanlara itibar etmeyiniz lütfen.
İnanın isim o kadar da önemli değil; kim tanırdı Ekrem İmamoğlu’nu bundan 3 sene evvel ?
Bu yüzden detaylarda kaybolmayalım; önemli olan uzlaşılan adayın, ekibin ve tüm aktörleriyle muhalefetin yürüteceği kampanya.
Düğümü kampanya, söylem ve vaatler çözecek.
Kafayı isme değil, kampanyaya yoralım.
Zaten zor öğrendik oyunu kurmayı, rüzgarı döndürmeyi.
Şimdi doğru yere yoralım kafayı.
Doğru yere yoralım ki duvara toslamayalım.
Doğru yere yoralım kafayı, doğru yere yoralım…